Public Program 1. gün, Gerçeğin iki yüzü vardır 1985-06-11
Current language: Turkish, list all talks in: Turkish
The post is also available in: English, German, French, Czech, Greek, Finnish, Hindi, Italian, Lithuanian, Dutch, Portuguese, Russian, Chinese (Simplified), Chinese (Traditional), Slovak.
Public Program. Geneva (Switzerland), 11 June 1985.
Gerçeği arayan herkesi selamlıyorum.
Ne var ki gerçeğin iki yüzü var: Bizim algılamamızdaki yanılsama gerçeğe benzeyebilir, hem de o yanılsamanın özü gerçek gibi gözükebilir. Ancak diğer yan mutlaktır ve merkezi sinir sisteminizde, hissedilmesi, tecrübe edilmesi gerekir. Bizim düşünebildiğimiz zihinsel bir yansıtma değildir, ne de duygusal bir hayal ürünüdür, gerçek ne ise odur, değiştirilemez. Gerçek ödün veremez. Gerçeği bilmek için kendimizi alçak gönüllü kılmak zorundayız. Şimdi, bilimde biz o zamana kadar bilmediğimiz pekçok şeyi tevazu göstererek keşfettik. Ama bilinen her ne ise haricidir, ağacın kökleri olmak zorunda ve bu ağaca sadece karşıdan bakarsanız, bu kökler bilinemez. Ve biri köklerden bahsettiği zaman, biz şaşalarız, çünkü daha önce bu konuda birşey bilmiyorduk. Bu nedenle biz sadece ağacı görmeye şartlandık, ve ağacın bir de kökleri olması gerektiğini bir türlü kafamıza sokamıyoruz. Dolayısıyla diyebiliriz ki insanlar bilimde epeyce ilerlediler ve kalkınarak, gelişmiş ülkeler haline geldiler.
Halbuki, onlar eğer köklerini aramazlarsa tamamen yok olacaklarını bilmiyorlar. Şimdi, Ben burada sizin önünüzde olduğum zaman, kimse herhangi bir şekilde sizi kırmak için burada olduğumu düşünmemeli, oysa Ben size kökleri anlatmak için, içinizdeki yüce nitelikleri anlatmak için buraya geldim. Biz bilimsel alanda elektrik gibi, yerçekimi gibi, etrafımızdaki pekçok enerjiyi biliyoruz. Ama bizim içimizde daha sübtil enerjiler var ki bunları bizim aynı bir bilim insanı gibi tevazu ve açık fikirlilik ile anlamamız gerekir. Şimdi, burada Batı'da karşı karşıya olduğumuz sorunlar nedir, bunu anlamaya çalışmalıyız. Bana Amerika'da birisinin sorduğu gibi, "Batı'nın sorunu ne?" Evrimimiz sürecinde bize ne olduğunu görmek gerekir. Endüstriyel kalkınma yoluyla evrim geçirirken biz bazı mizaçlar ve belirli bir değerler sistemi geliştirdik. Sanayileşme iyi bir fikirdi, ama nerede durdurulacağı konusunda hiç sağduyu yok Ve işte bu yüzden çok sanayileşmiş ülkelere gittiğimiz zaman, yiyecek yerine neredeyse kimyasalları yiyormuşuz sanırız. Şimdi dengenin korunması gerekir, ama nasıl?
Kökleri bilerek. Kanımca, batılı zihninin baş problemi, onun akılsal bir varlık olması; bu zihin kapasitesini dengesizce, aşırı geliştirmiş olmasıdır. Mesela endüstri sektörlerinde her zaman yeni şeyler yapmamız gerekiyor; her zaman bazı mallar satmamız, yeni modalar yaratmamız gerekiyor, aksi takdirde makinalar acından ölecekmiş gibi. Aynı şekilde beynimiz de yeni şeyler üretmeye başlar bu şeylerin yapaylaşması böyle olur. zihinsel yansıtma ile her zaman yeni şeyleri düşünmeye başlarız ve bize gelen yeniyi ne olursa olsun memnuniyetle karşılarız. Yaşamımıza yeni şeyler almalıyız, ama herhangi bir geleneksel değerden tamamıyla yoksun olan bir şeyi değil. Mesela geçen gün Ben dedim ki, "Freud'da bu kadar özel olan nedir, neden Jung'u değil de onu kabullendiniz?" Buna yanıt olarak o bize yeni fikirler verdi dendi. Yeni bir şey her zaman için iyi değildir; örneğin bir zamanlar plastik yeni bir şey idi, plastikleşmenin sonuçlarını biliyorsunuz. Madde için bu doğru ise, peki ya ruh?
Öyleki biz gerçeği aradığımız zaman da, her zaman yeni bir metot denemeye çalışırız. Ve Ben, bu tür bir talebin ürünü olarak şeytanın sahte gurular formunda ortaya çıktığını düşünüyorum. Zannediyorum yalnızca yetmiş, yüz yıl kadar öncesi, Hindistan'da, birdenbire insanın köklerinin bilgisine dair birtakım yeni fikirlerden yeni bir dalga başladı. Bahsettikleri bazı şeyler daha önce ne Vedalarda,Puranalarda ne doğu biliminin herhangi bir kitabında yazılmamıştı; ne de incilde veya Hz Muhammed'den sonraki Kuran gibi, İsa'dan sonra yazılan hiçbir kitapta ve ayrıca Zerdüşt yazıtlarında da geçmemişti. Başlangıca, kökene dair kadim bulgularla herhangi bir bağlantısı yoktu. Bu yüzden aynı şekilde din ile ilgili sorunumuz oldu. Mesela, hristiyanlığı alalım; daha sonra anlayacağınız gibi, İsa bu dünyaya bizim içimizde ruhtan özel bir farkındalık yaratmak için geldi. O bizim içimizde, Agnya Çakra dediğimiz özel bir merkezde ikamet eder, ve Hint kutsal yazınlarında Mahavişnu olarak betimlenmiştir. Ve en saf formunda, O Omkara olarak, Logos olarak var olur. O'nun hakkında Batı'da, batı kaynaklı bilgilerde,zihinsel olarak çok fazla açıklama yapılmıştır, ama aslında çok fazlası Hint felsefesinde keşfedilmiştir.
İsa'yı akılsal perspektif ile anlamanız mümkün değil, çünkü O aklın ötesindedir. O, Kendisi "Yeniden doğman gerekir" demiştir. Nicodemus "yeniden doğmakla neyi kasdediyorsun? Annemin rahmine tekrar mı gireceğim?" diye sorduğu zaman, O "Hayır" demişti, "Bedenden doğan şey bedendir, Sen Kutsal Ruh'tan da doğmalısın." Kutsal Ruh da nedir? Bu soruyu Canterbury piskoposu sormuştu, televizyonda gördüm ve "ben bir agnostiğim" diye ekledi. Bunun üzerine röportajı yapan ona sordu, "O zaman, burada ne arıyorsunuz?" O da, "Vazifemi yapıyorum" dedi. Röportajcı da "İyi tamam, ben de kendi vazifemi yapıyorum" dedi.
-iki zihinsel perspektif arasında karşılıklı anlayış. Kutsal Ruh'un sizin içinizdeki yansıması, bu Kundalini'dir. Hayır, onlara sadece Kundalini'yi göster. Daha aşağıda - hayır, hayır, Kundalini'yi göster, şimdi, sakrum kemiğinde. Şimdi bu Kundalini, Hindistan'da birçok kutsal metinde çok açıkça tarif edilmiştir. İncil'de der ki, “Ben size alev dilimleri gibi gözükeceğim.” Bunlar merkezlerdir, ve bu incilde tarif edilen Yaşam Ağacı'dır. Şimdi bu Kuran'da Assas (Esas) olarak betimlenmiştir. Bu Kundalininin size herhangi bir sıkıntı verdiği, bu eski kutsal yazıtların hiçbirinde yazılmamıştır, ya da Kabira'nın zamanına, dört, beşyüz yıl öncesine kadar hiç kimse bundan bahsetmemiştir. Ama Ben, daha sonrasında birçok insanın Kundalini hakkında kitap yazdığını gördüm, ve şu kadar kalın bir kitap yazılmış ki, orada Alman bir yazarın kundalini tarifini görünce hayret ettim, o size sıcaklık, hastalıklar verebilir diye yazılmış, sizi dans ettirebilir, hoplatabilir denmiş. İşte onlar bu şekilde, sizi evrim sürecinize karşı şartlandırmaya çalıştılar.
Ve ayrıca büyük enkarnasyonlardan sonra gelen dinler de aynı hileyi denediler. Bu tür bir şartlanmayı İncil'de başlatan kişi Paul'dur. Aslında Paul'un İsa ile hiç alakası yoktu. İncil'de o nasıl geçiyor, ta çocukluğumdan beri bunu anlayamadım. Ve sonra o Augustine olarak doğduğunda yine bir din yarattı, onu organize etti ve şartlandırdı. Ve bugün, şaşırtıcı bir şekilde, insanlar İsa'nın doğuşunu, O'nun mücizeler yaratan kutsal güçlerini sorguluyorlar. Kendi Zihinsel perspektifleri ile O'nun aynı bizim gibi biri olduğunu kanıtlamaya çalışıyorlar. Hem de O ve Anne'si hakkında edepsiz, iğrenç şeyler söylenmiştir. Bu, bizim zihinsel projeksiyonumuzla yarattığımız bir cehennemdir. Biz hangi cüretle, İsa gibi yüce bir kişiliğin hakkında bu şeyleri söyleyebiliriz!
Bizi bu kadar cüretkar ve küstah yapan şey egomuzdur ki biz gerçekte bizi koruyabilecek ve yükselişimize rehberlik edebilecek nitelikte kişiliklere meydan okuyarak, kendi yıkımımızı hazırlıyoruz. Bu da yine bu yenilik merakının sonucu, çünkü her daim yeni bir şey bulmak isteyen zihin, bu egoyu geliştirir. Mesela, Amerika'ya gidecek olursanız, onlara banyodaki muslukları nasıl açacağınızı sorun, çünkü her musluk bataryası farklı. Bir şeye bastırıverir ve sırılsıklam olabilirsiniz, çünkü onlar her yerde yenisini ister. Ve ne çeşit musluk takacaklarına karar vermek için saatler harcarlar. Bir arabanın, Amerikan arabasının içine girmek için, kapı nasıl açılır, iyisi mi onlara sorun, çünkü bir kaza olsa bunu bilmeyebilirsiniz, belki yeni bir şeydir. Bu seçme, karar verme gücü o kadar ileri gitti ki insanlar gerçekten aptal çocuklar gibi gözüküyor. Ego kişinin olgunlaşmasını durduruyor. Egonun şartlanması her şeyden daha beterdir, ki defedilmesi mümkün değildir. Eğer bilinçaltınız tarafından şartlanmışsanız acılarınız, sıkıntılarınız olur, ama egonuz olduğu zaman siz başkalarına sıkıntı verirsiniz, onlara saldırırsınız.
Ondan sonra egoyu alt etmek için onlar yine birtakım zihinsel yollar denerler, basit, iptidai insanlar gibi giyinmeye kalkarlar. Primitif insanlar gibi giyinmekle bu beyin basitleşmez ki. Yani, biliyorsunuz o artık maksimumuna ulaştı; bu aptalca tarzda davranmayı durdurması lazım. Örneğin İngiltere'de, giderseniz göreceksiniz insanlar saçlarına tuhaf renkler, acayip boyalar sürüyorlar ve kendilerine punk diyorlar. Ben de bizim seminerimize gelen onlardan bazılarına sordum, "Neden kendinize bu tür şeyler yapıyorsunuz?" Onlar da bunun insanları çok çekicileştirdiğini söylediler. Bence onlar palyaçolara benziyordu, oysa onlar,herkesin bundan etkilenip cezbolduğunu düşünüyordu. Ve görüyorum ki üzerimizdeki ikinci lanet, herkesin bizi çekici bulmasını istememiz. Ama bu neye yarar? Bu neşesiz bir uğraştır.
Eğer herkes bizim cazibemize kapılsa ne olur, cezbolan bundan ne kazanır veya sen o kişiden ne sağlarsın? - bir türlü anlayamıyorum. Halbuki tam tersi, başına dert alırsın. Yani, tabii, şayet punklar gibi olursan, korkunç bir körlük gelişebilir. Veya kafa derinizde birtakım problemler oluşabilir. Ama cazibenize kaç kişi kapıldı diye bakmak için, gözlerinizi sürekli oynatma biçiminizden neye yakalanırsınız, biliyor musunuz? Bu Altmiser hastalığına [Shri Mataji "Alzheimer" demek istiyor olabilir] şimdilerde gündeme gelen bu hastalık, delilik öncesi davranıştır. Şu an Amerika'da otuzbeş yaş altındaki beş kişiden birinin, aklını kaybettiğini keşfettiler. -beşte biri, düşünebiliyor musunuz? beş kişiden biri; Bunu bugün Reader's Digest dergisinde okudum.
Olabilir, kaybedebilir. Altmiser [Alzheimer ?] hastalığı diyorlar. Altmiser [Alzheimer ?] hastalığı; yeni bir hastalık olduğunu söylediler. Bu bir bilimadamının isminden alınmış, Altmiser [Alzheimer?] gibi birşey. Ve yaşlanmayı sorumlu tutuyorlar, otuzbeşi geçince bu şeylerin ilerlemeye başladığını söylüyorlar. Ama Hindistan gibi basit bir ülkede, veya ortalıkta flört edecek kadar gelişmemiş diğer ülkelerde bu hastalık yok. İsa bu yüzden şöyle söylemişti, "Sen bakışlarıyla zina işleyen gözlere sahip olmayacaksın."
Ve kiliseye giden insanların istedikleri şeyin tam da bu olmasını anlamak çok zor. Bunun hakkında konuşmak zorunda kaldığım için üzgünüm, çünkü Batıda gittiğim her yerde bunu farkettim. Bu şimdi yavaş yavaş yayılan korkunç bir hastalıktır. Çok önemsiz gibi gelebilir, ama değil, bunun sonuçları çok derin. Gözler masum olmalı ki bakışları ile hiç ihtiras ve şehvet ifade etmesin. Benim bulduğum tek çözüm kundalininin uyanması ve aydınlanma ki bu yolla İsa sizin içinizde, merkezi sinir sisteminizde uyanır. O, optik çapraz üzerinde, Agnya Çakrası'nda ikamet eder - optik kiazmadadır. Eğer bir kişide masumiyet yoksa, o zaman bu Agnya Çakrası tıkanır. Ve bugün ihtiyacımız olan en önemli arınma budur. Düşünün ki, Hristiyan olduklarını söyleyen insanlar, Hristiyan uluslar, tamamen İsa'ya karşı hareket eden insanlardır.
- Bu çok şaşırtıcıdır. Birisi tarafından her ne vaaz verilirse böyledir - Mesela Hindistan'da herkesin içinde bir ruh yaşadığı söylenmiştir, ama Hindistan'ın aptal entellektüelleri kast sistemi ile çok meşguller. Bu tür entellektüeller şunu anlamalı ki Tanrı'yı fikri çerçevede irdeleyemezler. Ben, insanlara, masum bir kişiliğe dönüşmeniz için kendinizi arındırmalısınız dediğim zaman bu onların hoşuna gitmiyor. Bugün Batının problemi, temizlenme konusuna verdiği değeri kaybetmiş olmasıdır. Bu, vücudun temizlenmesi değil, dışsal olarak ne kadar temiz yaşadığınız, dışa karşı kendinizi nasıl gösterdiğiniz değildir, bu içseldir. Yıkım dışarıdan gerçekleşmeyecek, bu bizim içimizde biz her an kendi yıkımımızı oluşturuyoruz. 1972’de Ben ilk olarak Amerika’ya gittiğimde onlara dedim ki, “Freudcu teorileri benimsemeyin ve abes sapmalara kapılmayın, Şayet bunu yaparsanız bütün ulusu ve ulusları öldürecek bir hastalık geliştirirsiniz.” Ve bildiğiniz gibi AIDS salgını başladı. Şunu bilmek sizi sevindirecektir; kundalininizin uyanmasıyla bütün bu hastalıkları iyileştirebilirsiniz, çünkü kundalini uyandığı zaman, gerçekleşecek en harika şey şudur ki o güne kadar yaptığınız her ne ise tamamen sıfırlanır. Bu her çakrada ama özellikle Agnya’da olur.
Agnya Çakrasında, kundalini Agnya çakrasını açtığı zaman, buradaki deiti İsa uyanır. Ve bizi yumurta benzeri bir bünye içine alan ego ile süperego kendiliğinden emilir, çünkü kundalini yaşayan bir güçtür ve sizi tamamen temizler. O zaman ki siz İsa’nın bizim temizlenmemiz ve arınmamız için öldüğüne inanırsınız. O bunun için, ego ve süperego arasındaki bu dar geçite girebilmek için acı çekmiş ve çarmıha gerilmiştir. Artık tüm bu yüce enkarnasyonların ve kutsal kitapların kanıtlanmasının zamanı gelmiştir. Şimdi biz deitilerden bahsettiğimizde insanlar şaşıp kalıyor çünkü daha önce hiç duymamışlar. Deitiler, dönüm noktalarıdır, bizi kurtarmaya gelen insanlar gibi, liderler gibi. İçlerinde Tanrısal güç vardır ve onlar bu dünyaya her geldiklerinde bize yeni bir farkındalık vermeye çalıştılar. Mesela ilk çakradan başlayabiliriz, bu kimyasal periyodik yasada karbonun oluştuğu yerden başka bir şey değildir. Organik kimyanın varlığı sadece karbonun oluşmasıyla mümkündü ve bu yolla daha sonra amino asitler ortaya çıktı, sonra da amino asitler yaşamı oluşturdu.
Ve sonra bildiğiniz gibi, yaşamdan amip ve amipten bugünkü bizler, insanoğulları meydana geldi. Ama neden biz insan olduk, bunun nedenini, amacını niye düşünmeyiz? Bir özelliğimiz mi var ki yalnızca bizler insana dönüştük? Ve yaşamlarımızın amacı ne? Sadece saatlerinize bakıp kumarla vakit harcamak mı? Bunun için mi doğduk - hiç özsaygı duymamak için mi? Boş, aklı havada olmak Tanrı’nın gözünde bir suçtur. Çok derin kişilikler olduğunuzu bilmeniz lazım. İçinizde yapılanmış şu yedi kata bir bakın. Siz düşünebildiğiniz bütün enstrümanların ideal örneğisiniz.
Şimdi size olması gereken sadece son bir tetiklenmedir. Ve bu olduğu zaman tamamen temizleniverirsiniz, o zaman ki gerçek bir enstrümana dönüşürsünüz. Her enstrümanın ana şebekeye bağlı olması gerektiği gibi, sizin de aynı şekilde bağlanmanız gerekir. Ve sonra nasıl harika olduğunuzu, ne kadar dinamik olduğunuzu, hangi büyük güçlere sahip olduğunuzu fark edersiniz. Ama bu boş, uçarı kişiler için veya kendi varlıklarına saygısı olmayanlar için değildir. Bu sadece samimi olan ve dürüstçe arayanlara olur, gerçekten ve içtenlikle arayanlar içindir. Öyleyse şunu bilmemiz önemli; eğer Tanrı’nın ülkesinin vatandaşları olacaksak, aydınlanmamızı almamız, Özben’imizi bulmamız lazım. Budha bu sınırlamayı getirerek, “Tanrı’dan bahsetmeyin, sadece Özben’i konuşun” dedi. Hatta Mahavira da aynı şeyi söylemiştir. Zen öğretisi bunu daha da ileri taşıyarak sadece düşüncesiz farkındalıktan bahsedin demiştir.
Hiç düşünce olmadan tamamen farkında olmak ki bu, kundalininin uyanışı olarak kişinin eriştiği ilk farkındalıktır. Bu üzeri çarşaf gibi, kıpırtısız güzel bir göle bakmaya benzer, etrafındaki tüm yaradılışın yansımasını onun içinde görürsünüz, katıksız bir neşe vererek. Şimdiye kadar, biz hiç ikilem içermeyen bu neşeyi bilmedik. Biz mutluluğu biliriz ki o egonun pohpohlanmasından başka bir şey değildir ve ego biraz çökertildiği zaman da mutsuz oluruz - bu bizim yanılsamamızdır. Gerçeğe ulaşmak için Özben, Ruh olmamız lazım, ve Ruh egonun da süperegonun da ötesindedir. Sonra artık göreceli bir terminolojiye göre değil mutlak olanla yaşarsınız. Sanki bir bilgisayarı başlatmış gibi, otomatikman elde serin esinti hissedersiniz, ve Tanrısallık ile irtibattasınızdır. Hatta ellerinizi uzatıp bir soru sorsanız, sorunun yanıtını serin bir esinti olarak alırsınız, bu “evet, çok iyi” anlamına gelir ve sıcak esinti “kötü” demektir; dahası içine kötü bir ruh girmiş birisine yakınlaşmaya çalışırsanız kabartılarınız bile olabilir. Bütün bilgi artık merkezi sinir sisteminde farkındalığa dönüşmüş olan bilinçaltından size ulaşır. Anlaşılması gereken şu ki, bilinçaltınız bilince, farkındalığa dönüşmüştür, dönüşmelidir.
Böyle olunca, şimdiye kadar bilinçaltınızdan almakta olduğunuz bütün bilgi tamamen mantıksal, net olarak anlaşılır. Böylece merkezi sinir sisteminize ilk şu olur ki siz kolektif farkındalık olursunuz, - tekrar ediyorum siz o olursunuz. Bu zihinsel bir projeksiyon değildir, otomatikman dönüşürsünüz. Ayrıca kendinizi tanırsınız çünkü kendi merkezlerinizi bilirsiniz, ve eğer bu merkezleri nasıl iyileştireceğinizi biliyorsanız o zaman mükemmelsiniz, mükemmel bir sağlık, neşe içindesiniz demektir. Bu Sahaja Yoga’nın tanıtımı içindi: saha “sizinle-birlikte” ja “doğmuş olan” demektir – kendiliğinden olandır. Ve “bütünleşmek”, “yoga” kelimesinin anlamıdır. Ayrıca bir diğer anlamı da yuktidir “oyun, hüner” anlamına gelir." Yukti. Hem de ustalık demektir, bu güç üzerinizden akmaya başladığında onun nasıl idare edileceği, onunla ilgili herşeyi bilmek, şifresini çözmek ustalığı. Bu tamamıyla size aittir.
Yanan bir ışık diğer ışığı aydınlatır Bir zorunluluk yoktur. Bu tamamen size ait, onu almalısınız ve sonra güçlendirmelisiniz. Bunun tamamıyla ücretsiz olması lazım çünkü bu doğanın bir armağanıdır, bu yaşayan bir süreçtir, bunun için bir ücret ödeyemezsiniz. Bir tohumun filizlenmesi için Toprak Ana'ya para ödeyemezsiniz, bir ücret öder misiniz? Çiçeklerin meyvelere dönüşmesi için kaç lira öderiz? Doğanın paradan anlamaması gibi Tanrı da paradan anlamaz. Ama şimdiye kadar yaşamış olduğumuz tarzda biz, Tanrı'nın işi için hep para ödedik. Özellikle İsviçre'de insanlar bazı ülkelere para verirlerse, Tanrı'nın hizmetini yerine getirdiklerine inanırlar. Yoksulluğu yaratan insanoğludur, Tanrı değil. Hindistan gibi bir ülke, üçyüz yıl hakimiyet altında yaşamıştır, eğer yoksullaşmışsa bunda şaşılacak ne var?
Dolayısıyla bu gösteriyor ki, para vermekle Tanrı'ya hizmet etmiyorsun. Bu insan sorunudur, insan tarafından yaratılmış, insan tarafından çözülmüştür. Tanrı'nın çalışması saf şefkattir: o şefkat konuşmaz, değeri para ile hesaplanamaz. Sadece akar, yayar ve icra eder. Hiçbir şey beklemez, kontrol edilemez, yok edilemez, herhangi bir korunmaya ihtiyacı yoktur - işte Tanrı'nın çalışması budur. Çünkü Tanrı nezdinde, öteki kim? Biz hepimiz O'nun varlığının bir parçasıyız. Eğer bu el öbür ele yardım ediyorsa, ortada hangi iş, zorunluluk var? Öyleyse Tanrı'nın işini yapmanın realitesi ile illüzyon arasındaki farkı anlamak gerekiyor. Tanrı'nın kalitesi öyledir ki aynı su gibi, susuzluğunuzu giderir.
Size yol gösterecek ışığı verir, doğrunun yanında olmanız için gereken gücü verir, size erdemlerinizin keyfine varmanızı sağlayan şefkati verir, sizi ruhun daha yüksek safhalarına taşıyacak o çekimi verir. İllüzyon okyanusu içindeki bütün incileri keşfeder. O içinizde ve dışınızda öyle huzur verir Ve neşenin verdiği coşu yağmurlarıyla her daim sırılsıklam olursunuz. Bunu almak sizin hakkınız, bunu almalısınız - yalnız alçak gönüllülükle - Bunun için buradasınız. Bir incelik göstergesi olarak bu tevazu önemlidir. Biri size madalya taktığı zaman, nasıl başınızı eğersiniz. Aynı şekilde siz de bununla donatıldığınız zaman Tanrı'nın önünde başınızı eğmelisiniz. İzleyici alkışladığında, tezahürat yaptığında, ayakta alkışta, aktör bunun önünde eğilir, o izleyiciyi saygıyla selamlar. O izleyiciyi selamlar - tamam mı? Şimdi, aynı şekilde biz de Tanrı'yı selamlamalıyız.
Otomatik olarak teslim ettiğimiz şey ego ve şartlanmalarımızdır. Umarım bugün hepiniz aydınlanmanızı alacaksınız. Ve yarın değil, öbür gün ruh hakkında konuşacağım zaman, umarım hepiniz ayarlanıp buraya gelebilirsiniz. Bunu daha sonra tam olarak oturtup, güçlendirmeniz lazım. Aksi halde bu İsa'nın o meseli gibi, tohumların filizlenip de köklere ulaşmadığı meseli gibi olacaktır. Tanrı hepinizi kutsasın. Soru sormak istiyor musunuz? Güzel. Haydi, şimdi bu tecrübeyi yaşayalım. Çakralarında iyi olmayan birşey hissettiğiniz birisinden kendinizi nasıl korursunuz?
Ego problemi. Ah, tamam. Bu öğrenmeniz gereken şeydir. Aydınlanmadan önce de başkalarından sorun kaparsınız, ama bunu hissetmezsiniz. Oysa aydınlanmadan sonra hissedersiniz, ama geçici olarak, aynı bir gösterge ibresi gibidir. Bundan dolayı, nasıl korunulacağını öğrenmeniz gerekir, ve merkezlerimize geldiğiniz zaman onlar, ayrıntılı şekilde size herşeyi anlatacaklar. İsviçre'ye her geldiğimde veya diğer yerlerde salonların her zaman dolu olduğunu gördüm, insanlar Beni dinlemeyi seviyor; ama dinlemedikleri bir şey var, ki onların bunu düzenli bir uygulama, tam bir anlayış, yaşayan bir olgu haline getirmeleri gerekiyor. Kursu yok, bunun için bir kurs yok, ama bunu edinmiş diğerlerinden siz kendiniz anlamak zorundasınız ve kendinizin efendisi olabilirsiniz. Bir tek, biraz zaman tanımanız gerekiyor. İsviçreliler iyi saatler üretmekte çok başarılı, ve insanların zaman kazanmalarını isterler; ama onların Tanrı için hiç zamanı yoktur.
Saatler konusunda çok iyi olan Japonlar için de aynı şey, onların da Tanrı için zamanları yok. Onlar saatleri başkaları için yapar, kendileri için değil. Onlar saat yapmakla meşguller. Şimdi, bencil de olmanız lazım, kendinize bakmak zorundasınız. Zaman tasarrufunu Tanrı ve kendiniz için yapsanız daha iyi olur. Pekala, şimdi biz bunu alacağız - eğer bir sorunuz varsa, her zaman için bilmelisiniz ki bizim İsviçre'de daimi bir merkezimiz var, ve siz her zaman gidebilir ve oradaki insanlarla tanışabilirsiniz, bütün yanıtları onlardan alabilirsiniz. Şimdi, Ben her şeyden önce hepinizden kendinizi affetmenizi ve söylemiş olduğum her şeyi unutmanızı isteyeceğim, çünkü sizin kendinizi hiçbir şey için suçlu hissetmenizi istemiyorum. Batıdaki en büyük engel bu, insanlar herşey için suçluluk duyuyorlar. Yani, üstüne birbiriyle uyuşmayan bir şey giyse, insanlar suçluluk hissetmeye başlıyor. Bu çok fazla, bizim kendimizi suçlu hissetme tarzımız, Ben bu nedenle nacizane bir talepte bulunmak zorundayım kendinizi hiç bir suretle suçlu hissetmeyin.
Yapmış olduğunuz herhangi birşeyden, yaşanmışlardan ötürü suçlu hissetmeyin, şu bilinmeli ki, sizler Her Şeye Kadir Tanrı'nın tapınaklarısınız ve kundalininiz size aydınlanma vermeye, sizi tamamıyla arındırmaya tam olarak muktedirdir, yalnızca hiç bir şey için suçluluk hissetmeyin. Bu birinci koşul: Uygun bir şekilde konumlanmış olmamız gerekir çünkü Tanrı'nın Krallığı'na gireceğiz. Sizden istemem gereken ikinci şey şu, Toprak Ana'dan faydalanmamız gerekiyor, gerçi biraz serin biliyorum ama önemli değil, ayakkabılarınızı çıkartabilir ve ayaklarınızı yere basabilirsiniz; çünkü ayakkabılar hem bazen biraz sıkılar, hem de Toprak Ana ile temasınızı kesiyorlar. Bu çok, çok basit bir yöntem, son derece basit, çünkü tam olarak hazırız. BU son derece kolay çünkü siz buna hazırsınız. Şimdi ilk olarak yapmamız gereken kendi çakralarımızı hissetmeye ve onları temizlemeye çalışmaktır, çünkü herhangi bir sorun varsa, bunlar giderilebilir. Bunun için sağ elinizi nereye koyacağınızı size söyleyeceğim ama sol el Bana doğru, aydınlanma alma arzunuzu simgeleyerek şu şekilde tutulmalıdır. Şimdi sağ el sol taraftaki merkezlere dokunmak için kullanılmalı. Ve bu çok basit: önce, Ben söylediğimde, elimizi kalbimizin üzerine koyacağız. Sonra eli karnın üst kısmına koymamız gerekiyor, daha sonra karnın altına, ve tekrar karnın üst kısmına, sonra tekrar kalbin üzerine.
Şimdi elin buraya, omuzla boyunun birleştiği yere konulması lazım - şu şekilde önden, arkadan değil. Bu merkez her zaman en kötüsüdür, suçluluk hissettiğiniz zaman tıkanır. Buna bir şaka gibi bakın. Ortada suçluluk hissedecek ne var? Bu bir başka zihinsel yansıtma, bir illüzyondur. Pekala. Şimdi de, elinizi alnınızın üstüne bir yandan bir yana şu şekilde koyun, ve sonra başın arkasına. Sonra elinizi germeli ve burasını bıngıldak kemiği bölgesinin üzerine koymalısınız. Eli iyice bastırın, ve Ben söylediğimde yedi kere saat yönünde hareket ettirmeniz gerekiyor. Şimdi, düşüncelerinizi durdurmaya veya başka bir şeye çalışmayın, bu tamamen kendiliğinden gerçekleşecektir.
Şayet çok fazla düşünce varsa, o zaman dikkatinizi buraya, bıngıldak kemiği üstüne koyabilirsiniz. Öyleyse haydi, şimdi başlayalım. Bunu hepiniz yapmalısınız. Eğer bunu yapmak istemeyenler varsa onlar dışarı çıkmalı, diğerlerini rahatsız etmeyin, çünkü diğerleri huzursuz olur. Bu nazik değil. Şimdi, herkes gözlerini kapatmalı. gözlüklerinizi çıkarın çünkü bir şey görmeniz gerekmiyor, gözlerinizi kapalı tutmalısınız. Şimdi. Şimdi, sol elinizi şu şekilde Bana doğru tutun, ve kendinize inanın. Şimdi, kendinizi affedin ve gözlerinizi kapayın, gözlerinizi kapalı tutun.
Gözlerinizi kapatın, sağ elinizi kalbinizin üzerine koyun ve sol el Bana doğru. Kalbinizin üstünde. Sol el Bana doğru tutulacak ve sağ el eylem için kullanılacak. Söyle onlara. Şimdi, lütfen sağ elinizi kalbinizin üstüne koyun, sağ el kalbin üstünde. Ve sol el dizinizin üstünde, yukarı doğru açık şekilde tutulacak. Rahat olun, rahat olmalısınız. Şimdi, Bana çok temel bir soru sormalısınız. Kalpte, ruh yaşar, bu nedenle lütfen Bana üç kez sorun, "Anne, ben saf ruh muyum?" Bana "Shri Mataji" diyebilirsiniz veya "Anne" de deseniz olur - size hangisi uygunsa.
Kendinize gerçekten inanmanız gerekiyor. Şimdi, sağ eli indirip karnınızın sol tarafında, karnın üst kısmına koyun ve bastırın. Burası, bu dünyaya gelmiş peygamberler tarafından yaratılmış efendilik kalitesinin merkezidir. Bu nedenle burada, Bana başka bir soru sormanız gerekiyor. Siz eğer saf ruhsanız o zaman kendi kendinizin rehberi olmanız gerekir. Dolayısıyla sormanız lazım, "Anne, ben kendi kendimin rehberi miyim? Ben Tanrı elçisi miyim? Ben kendi kendimin gurusu muyum, kendimin efendisi miyim?" Üç kere. Şimdi lütfen elinizi karnın alt kısmına, (kasığa) indirin ve bastırın.
Bu merkez, Tanrısal olan bilginin merkezidir. Bu bilgi zihinsel değildir, merkezi sinir siteminizin içinde var olan bir tekniktir. Öyleyse burada birşey söylemeniz gerekiyor, çünkü Ben, kundalininin uyanma işlemini onaylamanız için sizi zorlayamam. Şu an kendinize sormalısınız, gerçek bilgi, saf bilgi hakkında bilmeyi istiyor musunuz, sorun. Öyleyse altı kez söyleyin, "Anne, ben gerçek bilgiye sahip olabilir miyim? lütfen saf bilgiye sahip olabilir miyim?" Bunu söylemekle kundalini hareket etmeye başlayacaktır. Altı kere, lütfen bunu sorun, "Anne, lütfen bana gerçek bilgiyi, saf bilgiyi verir misiniz?" Şimdi, uyanmış olan kundalini için yolu açmamız gerekiyor. Lütfen gözlerinizi kapalı tutun.
Sağ elinizi yukarı alın ve karnın üst bölümüne koyun. Şimdi, lütfen gözlerinizi kapalı tutun, aralarda açmayın, çünkü dikkat içeri yönelmeli. Bu noktada, size söylemiştim burası efendilik kalitenizin merkezi. Şimdi burada kendinize tam bir inançla şunu söylemelisiniz, beyan edin, "Anne, ben kendi kendimin efendisiyim. Ben kendi kendimin rehberiyim, kendimin peygamberiyim." Lütfen bunu on kere söyleyin. Lütfen bunu söylerken kendinizi suçlu hissetmeyin, lütfen suçluluk duymayın. Siz peygambersiniz. William Blake, gerçeği arayanları kastederek, bunu söylemişti, "Tanrı'nın insanları, peygamberlere dönüşecek, ve başkalarını da peygamber yapacak güçlere sahip olacaklar." Siz Tanrı'nın insanlarısınız, ve peygamberlere dönüşeceksiniz.
Ah - şimdi, daha iyi. William Blake yardım etti! Şimdi, lütfen elinizi kalbinize çıkarın. Bu şeyleri hızlıca değil, anlayarak ve derinliğini hissederek söylemelisiniz. Şimdi bu noktada kendinize tam bir güvenle tekrar teyit etmelisiniz ve "Anne, ben saf ruhum" demelisiniz. Lütfen, Oniki kere söyleyin, ... Şimdi, şimdi daha iyi. Çalışıyor. Şimdi, elinizi boynunuz ile omuzunuzun birleştiği yere çıkarın. arkaya doğru epeyce uzatın ki kemiğin üstüne bastırabilsin. Burada, kendinize tam bir güvenle şöyle demelisiniz, "Anne, ben hiç bir şey için suçlu değilim."
Bilmelisiniz ki, bir sevgi ve şefkat okyanusu olan Tanrı, herşeyden önce bir bağışlama okyanusudur. Suçunuz her ne olursa olsun, Tanrı'nın affetme gücüne kıyasla, sizin bir suçunuz olması mümkün değil. Öyleyse lütfen onaltı kere söyleyin, "Anne, ben hiç suçlu değilim." Hatta, bazıları suçsuz olduklarına kendilerini inandıramazlar, öyleyse onlar kendilerini cezalandırmak için bunu 108 kere söyleyebilirler! Bu daha iyi. Kimse ceza istemiyor, iyi fikir. Daha iyi mi? Şimdi, lütfen elinizi kaldırıp alnınıza koyun, ve - avuç içiyle alnı sarın, ve iki yanından bastırın. Bir yandan bir yana koyun, enine. Yatay şekilde koyun demek istiyorum.
Ve şimdi sertçe bastırın. Burada kaç kere olduğunu sayarak değil ama kalbinizden söylemelisiniz, "Anne, ben herkesi affediyorum." Bazı insanlar bunun zor olduğunu düşünür, ama sizin affettiğinize veya affetmediğinize inanmanız bir efsanedir. Ama eğer birisini affederseniz, o zaman yanlış insanların oyununa düşmemiş olursunuz - mecazi anlamda, tabii. Şimdi, elinizi kaldırın ve arkaya doğru, başınızın arkasına getirin ve sıkıca kavrayın. Elinizi başın arkasına biraz bastırın ve sıkıca tutun. Şimdi burada, kendi tatmininiz, olasılığı için şöyle söylemelisiniz, “Tanrım, eğer Sana karşı bir suç işlemişsem lütfen beni affet.” Şimdi elinizi gerin, ve avuç içini başınızın üstüne, bıngıldak kemiği bölgesine koyun ve saat yönünde sıkıca bastırın, çok sıkı, tek bir şeyi, aydınlanmanızı istediğinizi söyleyerek, çünkü burada da yine, Ben sizin özgürlüğünüze karşı gelemem. Öyleyse lütfen yedi kere “Anne, ben aydınlanmamı istiyorum. Lütfen bana aydınlanmamı ver” deyin, yedi kere. Sadece avuç içi ile bastırın, parmaklarla değil.
Şimdi yavaşça elinizi indirin, yavaşça gözlerinizi açın. Sağ elinizi Bana doğru tutun, ve sol eli başınızın üzerine tutun. Düşünmeyin, düşünmeyin, oradan çıkan serin bir esinti var mı bakın. Elinizi değiştirin lütfen. Sağ eli tutun ve serin bir esinti çıkıp çıkmadığını kendiniz görün. Çekinmeyin, bu sübtildir, bu çok sübtildir. Şimdi, tekrar değiştirin. Şimdi, ellerinizi yukarı doğru şu şekilde kaldırın ve başınızı arkaya doğru itin ve sorun. –Mikrofonda – mikrofonun yanına yaklaş.- Şimdi şu soruyu sorun, “Anne, bu Kutsal Ruh’un serin esintisi mi? Bu Brahma Shakti mi?
Bu Tanrı’nın her yanı saran sevgisi mi?” Şimdi, lütfen ellerinizi indirin. Bakın kendiniz görün. Düşünmeyin. Bunu elinizde hissediyor musunuz? Ellerinin üzerinde veya başlarından çıkan serin bir esinti hissedenler – bu çok sübtildir – lütfen iki elinizi birden kaldırın. Çoğunuz hissetmişsiniz. Ama Ben şimdi kendinizi nasıl koruyacağınızı anlatacağım, hepiniz nasıl korunacağını bilmeli, bazılarının hissetmemiş olmasının nedeni şurada, Vishuddhi Chakrada problemleri olduğu için. Ya da belki başkalarını affetmedikleri için. Şunu deneyin. Sağ elinizi Bana doğru ve sol eli şu şekilde gökyüzüne doğru tutun, dengelemek için.
Bunla şimdi biz eter elementini kullanıyoruz. Eğer alttaki (elde) serinlik veya birşey hissediyorsanız, şu şekilde geri koyun, şayet altta hissediyorsanız. Bu insanlar çok süratli ve çok sağ kanallar, işte onların sorunu bu. Önemli değil, bu sorun çözülecek. Çok fazla düşünmek! Gelecekle ilgili, onlar fütürist. Problemlerinizle sadece yüzleşmekle, onları çözersiniz. Zihinsel yansıtma değil ama yüzleşmek, onları sadece oldukları gibi görmek. Siz saf ruhsunuz, siz o problem değilsiniz; siz bütün bunların ötesindesiniz. Aydınlanmadan sonra "problem" kelimesi sizin sözlüğünüzden çıkar!
Şimdi, sol eli şöyle koyun ve sağ eli Toprak Anne’ye doğru .... Daha iyi, çok daha iyi. Düşünmeyin. Bunu artık yapabilirsiniz. Şimdi, nasıl korunacağını söyleyeceğim. Bu çok basit. Auralarınıza koruma vermeniz gerekiyor. Gözlüklerinizi takabilirsiniz eğer isterseniz. Serin esintiyi hissetmiş olun ya da olmayın hepiniz bunu yapmalısınız. Auralarınıza korunmayı şöyle sağlarsınız, sol eli şu şekilde koyarsınız ve sağ eli auraları çevreleyerek, başınızın üzerinden geçirir ve şöylece aşağıya getirirsiniz. Sol el Bana doğru.
Pekala, haydi bunu yedi aura için, yedi kere yapalım. Bir – düşünmeyin. Düşünmeyin! Üç, dört, beş, altı ve yedi. Bu önemli. Şimdi, kendi kundalininizi nasıl yükselteceğiniz, bu da yine çok basittir. Şimdi sol avucunuzu kundalininizin önünde tutun – bunu siz kendiniz yapabilirsiniz. Ve sağ el (sol el etrafında) şöyle saat yönünde yukarı, ileri, aşağı doğru hareket ettirlmeli. Sol el sabit olmalı, sol el düz tutulmalı. Ve sonra aşağı.
Ve bu el düz hareket etmeli. Dikkat sol elde olmalı. Şimdi, bu eli doğru hareket ettirmeye çalışın. Başınızın üzerine götürmelisiniz, başınızın üzerine getirin. Başınızı geriye itin ve eli çevirin, ve çevirin, iyice çevirin, ve bir düğüm atar gibi bağlayın. Haydi tekrar yapalım, doğru şekilde bağlamak için. İkinci kere, haydi yapalım. Şimdi başınızı arkaya itin, ve (eli) iyice çevirin, ve düğüm atın. Şimdi, aynı şekilde üçüncü kez ama üç düğüm atarak. Tekrar.
Şimdi hızlı hareket ediyor. Getirin - şimdi bir, tekrar dolayın; iki, tekrar bir düğüm ve üç. Şimdi ellerinize bakın. Çok daha hafif hissediyorsunuz. Başınızın üstünde de hissedin, serin esinti geliyor. Tamamen rahatlamış olacaksınız. Düşünemezsiniz artık; ama eğer isterseniz, düşünebilirsiniz. Ama bunun hakkında düşünmeyin, bunun hakkında düşünemezsiniz. Sadece hissedin – hepiniz aldınız. Güzel!
Göreceksiniz, gözleriniz parıldayacaktır. Gözünüzde bir ışık olacak. Artık, düşünmeyin siz. Aksi halde Ben gelecek sefer geldiğimde, diyeceksiniz ki, “Anne, ben vibrasyonlarımı kaybettim.” Bunun hakkında düşünürseniz o konuma erişemezsiniz. Pekala. Şimdi Benimle el sıkışmak isterseniz, Ben bir süre için burada sizlerle oturacağım. Tokalaşmak için yanıma gelebilirsiniz. Ama Sahaja yogiler, sizin gelmenize gerek yok – yoksa bunun hiç sonu gelmez! Ah, ah. Sen buraya gelebilirsin ve bir bakalım.
Serin esintiyi hissettin mi? Hissettin mi? Şimdi bunu görebiliyorum. Philip, ona yardım ediver, bir bakıver – bu bey serin esintiyi hissetmedi. O daha çok sağ tarafta. Ona sağ (dengeleme) uygula... Tamam. Bir dakika, lütfen, bir dakika. Merhaba, nasılsın? Hissettin mi? Neşe duydun mu?
Merhaba, nasılsın? Tanrı sizi kutsasın. Evet, Ben orada olacağım. Hayır, Ben olacağım – o ne zaman dönecek? .... Ya, Anlıyorum, ve sonra Londra, o orada olmayacak mı? .... Aydınlanmasını aldı mı? .... Ah, Biliyorum, evet, biliyorum. Tamam, öyleyse o Londra’ya gelebilir mi? Ben Londra’da olacağım.
Tamam .... Tamam, peki. Teşekkür ederim. Size teşekkür ederim. Aydınlanmanızı aldınız. Güzel .... Evet. Tanrı sizi kutsasın. Çok mutlu oldum. Şimdi siz iyisiniz. Şimdi tamamen Sahaja yogilere dönüşmelisiniz ki özgüveniniz tam olsun. Güveniniz tam olmalı, tamam mı?...
Çok mutluyum bu olduğu için. Tanrı sizi kutsasın. ... Sana ne oldu? Pekala All right. Demek ki sana oldu, öyle mi? İyi. O doğuştan aydınlanmış, büyük bir kişi. Gözlerine bak şimdi. Birbirinizin gözlerini görebiliyor musunuz? Kim konuştu?
.... Hayır, hayır. O yapamaz. Bunun bir ilmi var. Bu çocuk aydınlanmış olarak doğmuş. O yanlış. O yanlış. Bu Olmaz. Senin bu bilginin tamamına sahip olman lazım, tamam mı? Sen astımı olan bayanı çağır, şu bay onu tedavi edecek, ama siz sadece astımı olan bayanı çağırmasını söyleyin. [Hintçe] Sen nasılsın?
Aldığına sevindim. [Hintçe] .... Kendini güçlendirmelisin, bu önemli, ondan sonra bunu herkese vermelisin .... Bunu anlatacağım. Ama doğrusu bir kez biz .... Evet, yani, bu öyleki, bir konferansta herkes hakkında konuşmak mümkün değil. Ama Ben onların hepsi hakkında konuştum – İsa, çünkü burada daha çok İsa’ya ibadet ediyorlar. Ama onların hepsi tinsel, onların hepsi bizim, Hiç bir fark yok... Bu kadar. Evet, bu kadar, yeter. Böylece siz şimdi öğrenmiş oldunuz ve onların hepsi hakkındaki Benim diğer konuşmalarımı dinlersiniz, tamam mı? Tanrı sizi kutsasın. .... O bunun erkek kardeşi ... İyi bir baldızın oluyor! ... O senin erkek kardeşin mi?
Onlar iyi olacaklar, göreceksin, çünkü çok yakın zaman önce buraya gelenler, ve Ben geldiğim zaman, diplomatik pasaportum vardı, ama Beni sadece pasaport bağlamında kontrol ettiler ve sonra biletime falan baktılar – başka bir şeye değil. Onlar böyle, çok ... insanlar, ne yapmalı? Bilmiyorsunuz, bunun için daha fazla Hintli getirmelisiniz ... O iyi olacak, bunda kuşku yok. Ve onları Mumbai’de de görürsünüz! Merhaba, nasılsın? .... Özgüven. Peki, Benim hissettiğim şu ki, sizlerde özgüven eksikliği var. Şimdi düşündüğünüz şey insanların size aşıladıkları her tür saçma şüphelerle sarsılıyor. Siz saf ruhsunuz ve buna dönüşmelisiniz. Ben tamamen özgüvenli olmanız için size yol gösteriyorum, tamam mı?
Bunun için gelmen gerek ve bu insanları da görmelisin, onlar... ama Ben sonra geliyorum... Ben yarın değil, öbür gün geleceğim, oldu mu? Arkadaşlarını şimdiden çağır. Hepinizi çok özgüvenli insanlar yapmam lazım. Ama kesinlikle gel, çünkü... Kamboçya mı? Ah! Nasılsınız? Sadece neşe duy, keyfini çıkar! Ama kendine inanman lazım, ve bırak çalışsın. Tekrar ve tekrar .... Devam ettirmelisin, ondan sonra görmelisin ... Bu konuda güvenin tam olsun, oldu mu? Tanrı seni kutsasın.
Peki sen nasılsın? Tanrı seni kutsasın. Şimdi buraya gel, sen çok cesur biri oldun, tamam mı? Ona gelmesi gerektiğini söylediğimi ve çok yakında gelmesini söyle. Çok teşekkür ederim. Sen iyi misin? .... Bunun yararı olmayacaktır... Bu olur ancak bunun hakkında herşeyi de bilmen gerekir ve bu iyidir. Yani, bunu ayırt etmeden, rasgele yapmamalısınız .... Ben bunu onlara bırakacağım, onların hepsi burada. Sen burada kalıyor musun? Evet mi?
Ben yarından sonraki gün geliyorum, ve onlar size adresleri verecekler. Evet, yarın değil, öbür gün arkadaşlarınızı da getirmelisiniz. Sen hangi ülkedensin? Peru mu? Pekala, hepsini getir. Tamam mı? Ben onları görmeliyim. Nasılsın? Sen nasıl hissettin? Hangi ülkedensin?
Porto Riko! Ah, güzel ülke. Benim bütün bu ülkelere gitmem lazım birgün. Gitmeliyim. Henüz orada bulunmadım ama gideceğim. Bakalım ... Sen burada mısın? Oh, harika! Nasılsın? ... Gel! Ve arkadaşlarını getir!
Sadece söyle onlara, onlar gelmeli! Tamam mı? Tanrı seni kutsasın. Şimdi, sen nasılsın? ... Hayır, karşılaşmadın mı? ... Sen Bolivya’lı değil misin? .... Peki, sen nasılsın? .... Şimdi, ama affetmen lazım. Bunu söylemelisin. Affetmelisin.
Herkesi affetmelisin ....Affetmen gerek. Sadece söyle, “Affediyorum.” Sadece şöyle de, “Anne, ben affediyorum.” Sadece söyle, kalpten. Ah, şimdi, gördün mü? Şimdi, aydınlanmanı güçlendir. Bu çok önemli. Aksi halde özgüveniniz olmaz. Güçlendirilmesi şart. Benim bahsettiğim yönü daha çok, ..dikkat edin... ayrıca .... Ve sonra bu insanları görmelisiniz. Ah, ne güzel!
Ah, harika! Ben o tarafta bulundum. Ve Rusya’da insanlara aydınlanma verdim. Ben oraya gideceğim .... Onlar bunu ilk alacak olanlar. Onlar çok iyi. Onlar çok iyi insanlar. Rusya’da insanlar çok iyi, çok iyi. Büyük ruhlar! Ondört hafta içinde biz Hindistan’dan öğreticeğiz. Zira onlar çok cana yakın, hoş insanlar.
Onlarla çok kolaylıkla bir ilişki kurabiliriz . Biz bunu başaracağız. Ben hükümet düzeyinde deneyeceğim. Biz bunu gerçekleştirebiliriz. Tanrı sizi kutsasın. Gelin şimdi. Kendinizi güçlendirin. Sadece, "Anne, başıma gel deyin. Hepsi bu."