Agnya Çakranın anlamı, emretmektir.

Agnya Çakranın anlamı, emretmektir. 1978-12-18

Location
Talk duration
75'
Category
Public Program
Spoken Language
English

Current language: Turkish, list all talks in: Turkish

“Agnya chakra”, Caxton Hall, Londra (İngiltere), 18 Aralık 1978.

Bugün Agnya Çakra olarak adlandırılan altıncı çakradan bahsediyoruz. 'Gya', 'gnya' kelimesi 'bilmek' anlamına gelir, gnya bilmektir. Ve 'A', 'bütün' anlamına gelir. Agnya çakranın başka bir anlamı daha vardır. A-gya, agnya 'itaat etmek' veya 'emir vermek' anlamına gelir. Bu her iki anlama da gelebilir. Eğer birisine emrederseniz o bir agnyadır ve emire uyan kişi de bir agnyakaridir. Agnya yapan kişidir. Bu altıncı çakra, insan düşünmeye başladığında yaratılmıştır. Düşünmek, ifade edilen lisandır. Eğer lisanımız olmazsa düşünemeyiz. Ama bu, bize hiçbir düşüncenin gelmediği anlamına gelmez. Eğer bunu ifade edemiyorsak, bu içimizde işleyen bir düşünce sürecinin olmadığı anlamına gelmez. Ancak bu süptil aşamada, düşünceler bize geldiği zaman, onlar dilde değildirler, bu yüzden bize iletilmezler ve bu yüzden eğer bir lisanımız yoksa ne düşündüğümüzü anlayamayız. Bu yüzden çocukların ne istediklerini bize iletemediklerini, çünkü ne istediklerini bize söyleyemediklerini görmüşsünüzdür. Midelerinde bir baskı hissederler ve su falan isterler, bunu isterler ama bize söyleyemezler ve bu yüzden söyleyecekleri şeyi düşünemezler. Ama daha sonra düşünmeye ve bunu lisana dökmeye başladığınız zaman, o lisan resimde görüldüğü gibi beynimizde o sarı ve siyahın sol tarafında ve sağ tarafında depolanır, daha sonra düşünce dalgaları olarak bize geri gelir. Sanki birisi bizimle konuşuyordur. Ancak dil başlamadan önce, buna bir ilham veya düşünce süreci diyebiliriz, çok erken aşamada bu bize belirli formlarda gelir ve bu formlar ışık ve gölgededir.

Onlar dilde değil, ışıkta ve gölgededirler. Ve Sahaja Yoga'ya geldikten sonra eğer düşüncelerinizin derinliklerine inerseniz onların Agnya çakramızı kaplayan ışık ve gölgeden başka bir şey olmadığını göreceksiniz. Birbiri ardına bir ışık ve gölge, dairesel bir deniz feneri gibi, onlar kafamızda bir tür kalıp oluşturuyorlar. Şimdi bu kalıplar bizim tarafımızdan çok erken bir aşamada dile kalıplanır ve bunlar bir nevi dilin kaplarına doldurulurlar ve sonra bu kaplar, beyinde saklı tutulur ve bize o şekilde gelirler. Bize gelen bir dil olduğu için, düşündüğümüz zaman gerçekten anlarız. Peki hayvanlarda ne oluyor? Düşünüyorlar mı, düşünmüyorlar mı? Onlar bir düşünce, bir ilham alırlar ama sadece bunun hakkında düşünmezler. Şimdi bu ilhamlar, insanla birlikte yaşamaya başladıkları zaman onlara kelimeler olarak gelir. Yani bu ilham alışlar, bizim yaptığımız gibi tekrar düşüncenin içine girer. Örneğin, birine bir isim verirsiniz, ona Tom dediğinizi söylersiniz ya da bir şey – siz bir köpeğe isim veriyorsunuz - yani şimdi o bu kelimenin 'beni çağırmak' anlamına geldiğini bilir. Bu şekilde kendisini bu kelimeyle ilişkilendirir ama kelimenin sahibi olmadığında, sadece bir hayvan olduğunda, o sadece oradadır, düşünmez. Bu yüzden onlar çok spontandır ve biz ise değiliz. Hayvanlar, bizim düşündüğümüz gibi düşünmemelerine neden olacak bir şekilde son derece spontanedirler. Bu da insan için en büyük sorunu yaratmıştır: Düşüncelerin ötesine nasıl geçilir. Bu biraz karmaşık bir şey çünkü belki de siz ışığı göremediğiniz için, Ben bunu çok net bir şekilde görebiliyorum. Ve sonrasında ışık dili oluşturur ve sonra dil, bize göre düşüncelerimiz olur.

Ama bu düşünceler aslında üzerimizdeki şartlanmalardır ve ilham verici şeyler değildirler. Onlar içeriden gelmiyorlar ve bu yüzdende bizler spontan değiliz. Mesela eğer Ben burada oturuyorsam bir insan olarak artık susamıyorum. Bir şeyler düşünüyor olacağım. “Ben ne diyeceğim?” diye düşüneceğim, sonrasında "Bunu söylemeli miyim, söylememeli miyim?" "Ya bunu söylersem, olur mu olmaz mı?" "Bu onların kafasına girecek mi, girmeyecek mi?" Aklıma türlü türlü düşünceler gelecektir. O zaman bir taraftan kendimi sorgulayacağım, diğer taraftanda cevaplar gelecektir, “Tamam sen şunu söyle ve eğer sen böyle dersen, onlar seni takdir ederler. Bu şekilde git, böyle anlayacaklardır.” Bunun gibi, bilirsiniz. Böylece, bu yaşamımızdaki deneyimlerimiz aracılığıyla beynimizde bu sıralama devam ediyor. Bu yaşamda, bizler başkalarından deneyimler kazanırken, insanlarla uğraşırken yaşadığımız deneyimlerimiz her neyse, bunların hepsi beynimizde şartlanır ve her şey bir düşünce - eylem, eylem - düşünce etkileşimi yoluyla bize gelerek, sadece bu dalgaları başlatırlar - hangi eylemin yapılması, hangi düşüncenin ortaya konması, nasıl çözülmesi gerektiği şeklinde bir düşünce süreci haline gelirler ve bizde, kendimizi analiz ettiğimizi düşünürüz. Bu çok yüzeysel bir şeydir. Aslında siz hiçbir şeyi analiz etmiyorsunuz, bunu yapmıyorsunuz. Geçen gün size anlattığım gibi, siz hiçbir şey yapmıyorsunuz. Yani sizin düşünmeniz bir köpürmeden başka bir şey değil. Çünkü ne zaman ki, çok derin, çok sessiz bir deniz bile,– kıyıya değdiği zaman, bir etkiye ve tepkiye sahiptir.

Aynı şekilde, siz bir şeyi gördüğünüzde, dikkatiniz dışarıda olduğu için, hemen ondan geri dönen ve size o şeyle ilgili, siz bu belirli şey hakkında her ne biliyorsanız, buna dair tüm görüntüleri size veren bir düşünce dalgası yaratılır ve bu, bir düşünce süreci olarak size geri gelir. Bu her zaman devam eder ve bu o kadar çıldırtıcı olabilir ki, düşüncelerimizi durduramayız: bu deli gibi devam eder. Bilmiyorsunuz, uyuyamıyorsunuz çünkü düşünceler geliyor. Bazen onlar ürkütücü olabiliyorlar, bazen sevindirici olabiliyorlar, bazen romantik olabiliyorlar, bazen kesinlikle olumsuz, bazen de çok olumlu olabiliyorlar. Bazen “Bunu yapmalıyım”, bazen “Bunu yapmamalıyım” diye düşünürsünüz ama gerçekten yaptığınız zaman – bunu düşünmüyorsunuz. Bu şaşırtıcıdır, farz edelim ki Ben konuşacağım, dersem,o belli bir şeyi yaparken, bunları, bu şeyleri hiç fark etmiyoruz. Şimdi, Benim bunu söylememden, deyin ki, dakikalar önce, ben bunu düşündüm diye, bu konuda düşündüğüm zaman, ne konuşacağımı düşünmüyorum. Çünkü o zaman, bu düşünme sürecini beynime yerleştirdiğimi ve onu bir yerde depoladığımı düşünüyorum ve şimdi, bu konuşmayı yapmaya başladığım zaman, bu doğrudan bana geliyor. Yani insanlar geliştiler, demeliyim ki bu çok hasta edici, çok hasta edici olabilen bir süreç. Ve bu, bunların her ikisinden geliyor. Birisi bu tarafa giden ego dediğimiz (başın)sol tarafındaki, sağ tarafındaki ise, buna süperego diyoruz. Sağ tarafta bulunan süperegodaki tüm şartlanmalar bize korkuları, tehlikeleri, olasılıkları verir, daha önce her ne yaşadıysak. Dedikleri gibi, sütten yananlar da soğuk bir içeceği de biraz üfledikten sonra içeceklerdir. Yandığınız için, sıvı bir şeyin sizi yaktığını biliyorsunuz ve bu yüzden, bunun da dilinizi yakabileceğini düşünüyorsunuz. Yani bunu yapmayı deneyebilirsiniz. Bu o kadar spontanedir ki, siz “Oh, bu çok spontane” diye hissedersiniz, ama öyle değildir. Bu, daha önceki deneyimlerinizde ve bu orada korktuğunuz bir şeyde saklandı ve siz bunu, bu yüzden yapıyorsunuz. Eğer biz, bir kez, bu düşünce sürecinin var olmamız için kesinlikle gerekli olmadığını anlarsak, insan olarak var olmak istiyorsanız, geleceği veya geçmişi düşünmenize gerek yoktur. Hayvanlar rahatsız olmazlar. Örneğin hayvanlar ormana gittiklerini bilirler. Şimdi aniden oradan gelen başka bir hayvan görüyorlar ve sizin oraya gittiğinizi biliyorlar. Şimdi gelecek olan hayvanı düşünmenin ne faydası var? Gelmediğini varsayarsak, bu büyük bir israf olur. Ama onlarda burada bir delik var ve onlarda bizdeki gibi bir sorun yok çünkü eğer bir delik varsa her şey oradan dışarı çıkar. Burada bir dakikadan fazla kalmıyor ama siz zaman içinde onları şartlandırabilirsiniz de. Deneyimlerle şartlandırıldılar. Şimdiye dek, diğer hayvanlar ve bu şeyler hakkında edindikleri deneyimlerle, onlar şartlandırılmışlardır ve buna göre hareket ederler. Yani bizimle onlar arasında muazzam bir fark var, biz her şeyi düşünüyoruz. Yani, biz oturup düşünmenin çok harika bir şey olduğunu düşünüyoruz. Ve oturup düşünmenin çok akıllıca olduğunu düşünüyoruz.

Herhangi bir sorun çıkarsa, “Oturup bir düşünseniz iyi olur” diye düşünürsünüz. Ama şimdi, bir sorun ortaya çıktığı zaman ne yapacağız? Bunu daha önce yapmakta olduğumuz şeyler ve deneyimlerimiz her ne ise, bununla bağlantılı olarak düşünürüz. Aynı şekilde onlar Sahaja Yoga hakkında düşünmek istiyorlar. Şimdi Sahaja Yoga hakkında düşünemezsiniz. Her şeyden önce, en başta siz Sahaja Yoga'da düşüncesiz farkındalıkta olursunuz, düşünemezsiniz ama bu sizin düşünemeyeceğiniz bir olay. O yaşayan bir olaydır, düşünmek ölü bir harekettir, yaşayan bir hareket değildir. İçimizde ölü olan her şey bize düşünce olarak geri döner. İlham yaşamaktır, düşünmek değildir. İlham, düşünceden çok farklıdır. Örneğin kitaplar kütüphanededir, aklımıza gelen, edindiğimiz şeyler veya deneyimlediğimiz her şey kitaplardadır. Bize yeni gelen her şey bir ilham kaynağıdır. Şimdi ne kadar yeni bir şey düşündüğünüzü bulun, belki bir cümle bile değil. Çoğunlukla “Bu beyefendi öyle dedi”, “O beyefendi şöyle dedi”, “O beyefendi böyle dedi” veya “Ben böyle dedim” dersiniz. Bunun size tam şimdi geldiğini düşünebilirseniz, bunun için düşünmenize gerek yoktur, o sadece dışarı çıkar, o sizin içinizdedir, sadece ortaya çıkar ve kendini ifade eder. Yani spontane olarak yaşayan şey budur. İlham dediğimiz şey budur: Aldığımız bilginin ani bir görüntüsüdür. Ama aklımıza gelen her şey ölülerin oyunudur. Yani burası, İsa’nın merkezidir.

O, Agnya'nın merkezinde ikamet eder ve O, eğer okursanız Devi Purana'da, O çok, çok uzun zaman önce doğdu, çok daha önce yaratıldı ve O'nun nasıl Mahavishnu'ya dönüştüğünü kendiniz de okuyabilirsiniz çünkü bu (kitapta) büyük bir bölüm ve hepinizin bunu bilmesini, okumasını ve O'nun nasıl Mahavishnu'ya dönüştüğünü öğrenmesini diliyorum. Bu çok ilginçtir. Tüm bunlar Sanskrit dilinde yazıldığı için, Mahavishnu'nun İncil'de olmadığını söylememeliyiz, çünkü İncil'in kendisi tek bir kişi tarafından aralık verilmeden yazılmamıştır. Yani bu parça, İsa'nın bu Dünya'ya İsa olarak gelmeden önceki yaratılışının bir parçasıdır. Aslında Hıristiyanlar O'nun oluşumu hakkında hiçbir şey bilmiyorlar: O nasıl İsa oldu ya da İsa’nın ya da bir oğlunun inmesi için ne gerekliydi [ve] neden Tanrı'nın Kendisi bu işi yapamadı. İsa'nın neden doğduğunu anlayacağınız Mahavishnu’nun enkarnasyonunu kendinizin okumasını rica etmemin nedeni bu. Ve bu en önemli enkarnasyondur çünkü O ilkedir, O yaratılışın ilkesidir, Sanskrit dilinde tattwa dedikleri gibi, O tattwa'dır. Ganesha, Mooladhara'da ikamet etse de, bu aşamada yavaş yavaş İsa olmak için gelişir. O kırmızı çakradan bu çakraya kadar, O, Kendisi İsa olur. O ilkedir. Şimdi ilke nedir? İçimizde ilkemiz nedir? Buna Kundalini diyebilirsiniz. Bundaki (mikrofonda) elektrik, bunun prensibidir. Aynı şekilde yaratılış, eğer bütün yaratılışı bu şekilde ele alırsanız, O bu yaratılışın ilkesi ve dayanağıdır.

O, özü, yaratılışın özünü temsil eder. Bizim karı koca ve çocuk olarak bir ailemiz var diyebileceğimiz gibi. Şimdi çocuk, karı kocanın özüdür, o ailenin, evin özüdür. Her şey onun için sürdürülür, onun için yaratılır. Çocuğu olmayana kadar o evin, onların hayatlarının bir anlamı yoktu ama çocukları olduğunda onların bir anlamı oldu. Aynı şekilde, İsa özdür, tattwa'nın kendisidir. Dedikleri gibi, O Omkara’dır. O ilk sestir, yaratılan ilk ses – Om – Ezeli Baba ve Ezeli Anne ayrıldığında, onlar bu sesi yarattılar. Ve O, her şeyi kuşatan Güçle dolan, gözeten ve destekleyen sestir. Aslında bu daha çok destektir çünkü bakım Baba tarafından ya da Anne tarafından yapılır diyebilirsiniz ama O tüm Evrenin desteğidir. Ve O, sadece öz olduğu için, öz asla ölmez. Benim özüm Ruhumdur, o asla ölmeyecektir. Beden ölür ya da yaratılış ölür ama özün orada olması gerekir. Eğer öz kaybolursa, hiçbir şey orada olamaz. Bu yüzden O, en önemli enkarnasyondur, çünkü O destektir. Şimdi bu enkarnasyon, bu Agnya çakramıza, burada, optik sinirin veya optik talamusun bu şekilde kesiştiği bu merkeze yerleştirilmiştir. Bu merkezde çok süptil bir nokta var ve o, her iki tarafa da doğru böyle, böyle hareket eder ve ‘ham’ ‘ksham’, ‘ham’ ‘ksham’, ‘ham’ ‘ksham’ diye iki ses oluşturur. 'Ham', orada süperegonun olduğunu gördüğünüz sağ taraftadır ve 'ksham' ise, egonun olduğu sol taraftadır.

Şimdi bu iki ses iki tür vibrasyon yaratır. 'Ham' sesi, 'Ben', 'Ben' , “ham” , ben diye düşündüren vibrasyonlar yaratır. Bu, ölmeyeceğimizi, bu dünyada yaşamamız gerektiğini bildiğimiz varolma gücümüzden gelir. Kendini öldürmeye çalışan her insan anormaldir. Normalde her insan... neden her hayvan veya herhangi bir canlı yaşamını sürdürmeye çalışır? Bu, 'ham' gücü sayesindedir, yani – 'Ben'. Şimdi süperego sol taraftadır ve sağ taraftaki ego 'ksham'dır. Ama şimdi size başın sağ tarafındaki süperegodan bahsedeceğim. Bu süperego içinde, birçok şey tarafından şartlandırıldığınız zaman, korkar ve endişelenirsiniz çünkü bu deneyimler sizi zihninde korku olan bir insan yapar. Ve bu korkunun hepsi süperegonuzda yerleşmiştir. Bu, amip diyebileceğiniz evrenizden başlar ve bugün hala orada saklanmaktadır. Polisten korkarsınız, şundan korkarsınız, bundan korkarsınız. Bazı insanlar bunlardan korkmazlar ama başka bir şeyden korkarlar, çünkü koşullarınız ne olursa olsun, deneyimleriniz her ne olursa olsun, hepsi buraya konmuştur. Üstelik biri Drakula'nın kitabını okuduğunda, o kişi şimdi Drakula kelimesinden korkar ama okumayan çocuklar Drakula'nın ne olduğunu bilmezler. Eğer Drakula geldi derseniz, onlar “Tamam, hadi ona bir bakalım!” derler ama Drakula'yı okuyan çocuklar kelimenin tam anlamıyla korkarlar ve "Aman Tanrım, Drakula geliyor, korkunç bir şey olacak!" derler.

Yani, her ne okuduysanız, ne yaşadıysanız, hangi deneyimleri yaşadıysanız, bunların hepsi süperegodadır. O halde bu merkezdeki bu süperego, [bu] mesajı gönderir, “Ben, sen, sen”, 'ham', 'ham': “korkma, korkma”, “sen”. Yani Bana gelen insanlar ve siz Bana gelen bazı insanları gördünüz, onlar süperego şartlanmasının kurbanlarıdır. Ve bunlar, bu insanlar... aslında sadece bu aşamada, iki tip arasında gerçekten bir ayrım yapabilirsiniz: biri çok agresif, diğeri ise kesinlikle bağımlı, korkmuş tipte demeliyiz. Bu insanlar Bana geldiklerinde, gördüm, ağlayıp sızlanıyorlar, “Anne biliyorsunuz bu oldu, şu oldu” ve Ben onlarla konuşmaktan gerçekten yoruluyorum. Ve bu türden olanlardan o kadar çok var ki, Sahaja Yogiler olarak onlara gerçekten dikkat etmeniz gerekiyor çünkü onlarla, onlarla nasıl başa çıkacağınızla ve bunu nasıl halledeceğiniz hususuyla ilgilenmeniz gerekecek. Şimdi o zaman eğer bir Sahaja yogi şöyle derse, şimdi siz 'ham', 'ham', 'ham', 'ham' demeye devam edin, eğer bunu bir Sahaja yogi söylüyorsa, o zaman vibrasyonlar onun korkusunu defedecektir. Herhangi bir korku içinde olsanız, etrafta dolaşsanız ve korku olduğunu hissetseniz bile, sadece 'ham', 'ham', 'ham' diyorsunuz. Şimdi bunu söylemekle, vibrasyonlar bu tarafı çok güzel bir şekilde temizleyecektir.

Bunun dışında, bu şekilde “ham” diyerek İlâhi olandan yardım alabilirsiniz. Şimdi ham ve ksham hakkında birçok şey var ama bildiğiniz gibi, bu yüzden onun hakkında çok fazla ayrıntıya girmek istemiyorum. Ama sağ taraf için mantranın 'ham' ve sol taraf için 'ksham' olduğunu söyleyebilirim. Sağ taraf egodur, asıl sorun budur, bunu anlıyorsunuz! Gerçekten devasa bir şey mi, onlarla yüzleşmek zorundasın, yani, [eğer] burada küçük bir şey söylesem, her şey bu şekilde kafama geliyor. Peki devasa bir egonun çözümü nedir? Muazzam ego ancak başkalarını bağışlayarak fethedilebilir. Egosu olanlar öğrenmeli, eğer incinmişlerse “affediyorum” demeleri gerekir. Sonra başka biri onları incitir, “affediyorum” deyin. Ve sadece affetmekle kalmayın, af da dileyin. Bu her iki şey de yapılmalı, daha çok af dilemeli. Çok fazla egonuz varsa, af dilemelisiniz. Bu çok önemlidir. Çünkü çok fazla egonuz varsa, bu ne anlama gelir? Bu sizin onu çok fazla şımartmış olmanızdır. Bu, onu çok fazla kullanmış olduğunuz anlamına gelir. İnsanlara hükmediyorsunuz ve bu yüzden de bu kadar çok egonuz var. Eğer çok fazla egonuz varsa, her zaman kalbinizde alçakgönüllü olmaya çalışmalısınız. Şimdi, Ruh kalpte ikamet etmektedir. Bir insandaki ego, çok fazla ego, sizi her zaman Ruh'tan uzaklaştırır. Bu yüzden “Kalbinizde alçakgönüllü olun” denir. Bunun nedeni, egonuzu şişirmeye başladığınızda tamamen silinen veya unutulan parçanızın, kalbinde yer almasıdır. Ama egonun sınırları vardır, sonunda o aptallığa ve ahmaklığa dönüşür.

Egoist olan ve kendi trompetini üfleyen herhangi bir kişiyi ele alırsanız, bunu hemen anlarsınız çünkü o kişi bir aptal olacaktır, ne yaptığını anlamadan, o kadar aptalca şeyler yapacaktır ki, bu adamın ne derdi var? Oldukça garip görünüyor!”diye merak etmeye başlayacaksınız, özellikle de çocuklar. Ve sonra aptallık bu kişiyle yüzleşir - o zaman kendisini görür, “Aman Tanrım! Ben nasıl bu kadar aptal oldum?" Ama aptallık sizde oluşuyor çünkü Tanrı'nın varlığını ve Bütün'le olan ilişkinizi unutuyorsunuz. “Ben kendi başımayım. Bunu neden yapmamalıyım ki? Bunda yanlış olan nedir, şunda yanlış olan ne? Bunları yapmalıyım.” Demek istediğim, bu ülkede insanların bir şeyler için kavga etme şekli, yani, yapmalısınız, herhangi bir kişi, yani, sözde gelişmekte olan ülkeler bunu anlayamaz: Bu insanlara ne tür bir şey oluyor, ne oluyor? Çünkü geçen gün damadım Luv, insanların bir damadın kendi kayınvalidesiyle evlenmesine izin verilmesini talep eden bir makale okuyordu ve o, bu insanların nasıl bir araya gelebileceğini ve böyle saçma bir şeyi nasıl istediklerini anlayamıyordu. O senin annen. Nasıl böyle bir şey söylersin? Yani bir damadın kayınvalideyle evlenebilmesi insanların, normal insanların böyle düşünmesi imkansız bir şey. Ve bunun için bir yasa yapmaya ve bunun hakkında konuşmaya ne gerek var. Bu çok zor bir şey. Bu ülkede yaptığımız her türden aptalca şey, gerçekten bu herkesi güldürüyor. Bu, Bay Ego ile olan arkadaşlığımız yüzünden. Bizi nasıl kandırdığını anlamak kolay değildir.

O, bizi her zaman kandırmaya devam eder ve sonra da “bunda ne var ki?” diye düşünürüz. Yirmi yaşındaki bir kızın peşinden koşan seksen yaşında bir adam. Ve yirmi yaşındaki kız, devlet adamı olması gereken bu seksen yaşındaki adamı kandırıyor, şudur, budur,onun heykeli oraya bir yere dikilmiş. Bu nasıl mümkün olabilir? Tüm bu saçma ve aptalca şeyleri yapmanıza sadece ego neden olur. Bir kez Sahaja Yoga'ya girdiniz mi, bazen kahkahalarınızı nasıl kontrol edeceğinizi bilmiyorsunuz, insanlar nasıl budala ve aşırı derece aptallar. Ve işte olan şey bu; aptallıkla sonuçlanır, mutlak aptallıkla. Yani eğer bir roman yazmak isterseniz, onları dinlediğinizde etrafınızda bu kadar güzel karakterleri pek bulamaz ve şok olursunuz, "Aman Tanrım, olan bu şeylerde ne!" Çok da utanç verici, son derece utanç verici. Ve egolarıyla o kadar aptallaşıyorlar ki, kişi insanın nasıl düşündüğünü anlayamazsınız, çünkü düşünmekle egonuzu kazanırsınız, aptallaşırsınız.

Egosu tam olarak bu şekilde gelişmiş bir insanda bilgelik yoktur. Eğer bir kişinin böyle bir egosu varsa, onda bilgelik yoktur. Onun bilgeliğin ne olduğunu bilmediğini görebilirsiniz. O kadar olgunlaşmamış bir şekilde davranır ki. Bu kişi yaşlı bir adam, birinin büyük dedesi olabilir ama o kişi ağzını açar açmaz, şok olursunuz, “bu soytarı da nereden geldi?” diye düşünürsünüz. Olgunluk tamamen eksiktir. Geçen gün biri Bana dedi ki, "Anne nasıl oluyor da bizim anne babamız bu kadar aptal ve biz Tanrı'yı ​​arıyoruz? Ve bu yaşlılar çok aptallar ve biz ise Tanrı'yı ​​arıyoruz?" O zaman Ben ona dedim ki, “Hayır, belki savaştan dolayı ebeveynler rahatsız oldular. Velilerinizin çoğu savaşta rahatsız oldu” dedim ve onlarda “çoğu bu halde” dediler. Ve daha genç insanlar Tanrı'yı ​​arıyorlar ve onlar çok daha akıllılar ve biz onlarla nasıl uzlaşacağımızı bilmiyoruz çünkü onlar Tanrı'yı ​​aramıyorlar. Neden onlar Tanrı'yı ​​aramıyorlar da, biz Tanrı'yı ​​arıyoruz? Ve eğer kimi arayışlar varsa da, bunlar çok az.” Şimdi Ben bunun savaş yüzünden olabileceğini söyledim ama biri Bana dedi ki, “Peki ya Amerika? Görüyorsunuz, Amerika'da insanlar savaşla, o kadarda fazla karşı karşıya kalmamışlardı," onlardaki aptallık bazen şaşırtıcı. Bu da Benim dediğimle aynı şey, bu insanda egonun gelişimidir. Şimdi ego, her şey hakkında düşünmenizi sağlayan şeydir. Mesela şimdi biz, buradan Birmingham'a git tamam mı demeliyiz. Şimdi o kişi “ben nasıl gideceğim?” diye düşünürüz. Basit şekilde, bir trene bineceğim ya da bir arabaya binip gideceğim. Eğer rezervasyon gerekmiyorsa, trene atlayacağım ya da arabayla gideceğim. Eğer araba müsaitse araba ile gideceğim ya da trenle, bitti! Düşünecek ne var?

Ama hayır! Bu durumda biz bunu planlamalıyız, Ben program yaptım! Şimdi gitmeliyim!" İstasyona gidiyorsunuz ve trenin orada olmadığını görüyorsunuz çünkü bir kaza oldu, bu yüzdende tren hareket etmiyor. Yani “Tren gitti şimdi ne yapmalı?” diye düşündüğünüz için kesinlikle üzgünsünüz. O üzüntü içinde arabanız olduğunu bile hatırlamıyorsunuz ve şimdi arabaya binmeniz gerekiyor. Tüm bunlar sizi üzüyor çünkü siz trenle gitmeyi planlamıştınız, her şeyi planlamıştınız, şimdi ise oraya ulaşamıyorsunuz ve ne olacak? Şimdi burada oturuyor ve bunun için endişeleniyorsunuz. Spontan bir insan olarak, bu kişi ne yapacak? "Tamam, bu duruma bağlı, o an nasıl hissedersem, buna göre trenle ya da arabayla gidebilirim." Sağlam bir şekilde oturuyor. Yani trene gider, tren orada mı diye bakar. Eğer oradaysa, ne güzel müsait bir yer var, ona biner. Tren yoksa tamam eve gelir arabasını alır gider. Yani şimdi insanlara filan yerde buluşmanız gerektiğini bildirdiniz – o da oradadır. Yani bu insanlar yukarı, aşağı koşuyorlar – ve orada, istasyonda olacaklar. Şimdi sorun ne? Eğer istasyondaysalar, onlarla istasyonda buluşabilirsiniz. Trenle gider ve onlarla tanışabilirsiniz. Bunda bu kadar üzülecek ne var? Görüyorsunuz, onlarla her zaman iletişim kurabilirsiniz ama sinirlenme şeklimiz, elimizdeki çok güzel bir program olan Birmingham'a gitme programının tamamını bozduk. Yeni insanlarla tanışmalıyız, birçok insanla tanışmalıyız, eğlenmeliyiz. Hepsi bu kadar,bitti! Çünkü bir şey planlamıştık ve yürümedi, biz bittik!

Tüm bunlar bizi mutsuz bir insan yapıyor. Ve biz o kadar sefiliz, o kadar hırçın ve o kadar sıkıcıyız ki, yanınızdakiler bundan bıkıp, “Sus artık! Birmingham'a gitmiyorsan gitme ama şimdi artık kafamı yeme!", der bu birçoğunun ortak deneyimidir. Bay Ego böyledir, o sizin mutlu olmanızı istemez. Sizin rahat olmanı istemez. Size her zaman fikirler verir ve size şunu söyler, “Şunu yap, bunu yap, bunu halletmelisin, şu yapılmalı. Şu kişiye haber versen iyi olur, bu konuda titiz davransan iyi olur” ve o kadar ayrıntıya iner ki, herhangi bir şey başarısız olursa, siz bittiniz çünkü sinirleriniz zaten bitmiş ve paramparça olmuştur. Herhangi bir şey olsa, bir damla bir rahatsızlık bile olsa, hatta bir rahatsızlığın tüyü bile oradaysa, bittiniz. Ve bu yüzden herkes takırdıyor, “Gerginliklerimiz var. Sorunlarımız var.” Neden? Tüm bunları yapmanın avantajı nedir? Bunu bilmenin bir avantajı yok ama o zaman bunu neden yapıyorsunuz? Büyük bir egonuz olduğu için, o dinlenmenize izin vermiyor. Her ne denerseniz deneyin, bu olmaz. Peki bunun çözümü nedir? Sabahtan akşama kadar Tanrıdan af dileyin. Kulaklarınızı iki yanından çekin ve "Allah'ım beni bağışla. Tanrım, beni bağışla. Tanrım beni bağışla” diyerek bu ego balonu biraz aşağı iner. O'nu sabah, akşam, her zaman anın. İsa'yı hatırlamak egonuzu çok düşürür. O, egonuzu geliştirmemeniz için mümkün olan her şeyi yaptı. Mümkün olan her şeyi. Sıradan bir marangozun oğlu olarak doğdu, en sıradan koşullarda yaşadı, kendini tüm sahnenin gerisinde tuttu.

Bir Roma İmparatoru olarak doğabilirdi. Orada herhangi biri olabilirdi. Ama hayır, O Kendisi olarak doğdu. Biliyorsunuz ki O, sıradan insanların bile doğmadığı bir yerde doğdu ama orada da ışık vardı. Doğduğu her yerde ışık ve neşe vardı. Ve bilmemiz gereken şey şu ki, biz Yüce Tanrıyı unuttuğumuz için neşemizi kaybettik. O'nun sevgi ve neşe olduğunu unuttuğumuzda, doğal olarak neşe de unutulur. Ve o zaman insanların hiç mutlu olmadığını görüyoruz; onların zenginlikleri var, paraları var, her şeye sahipler ama yine de mutlu değiller. Her zaman öyle bir karmaşa içindeler ki, onlarla nasıl konuşacağınızı bilmiyorsunuz. Bu kelimeyi söylerseniz kızacaklardır, şu kelimeyi söylerseniz kızacaklardır. Hiç de normal insanlar değiller, onlar hasta insanlar. Egolarıyla hastalar. Af dilemek çok basit bir şeydir, ama bunu kaç kez yapıyoruz? Günde bir kere değil, ayda bir kere bile değil, yılda bir bile değil. Bir Noel gününde bile, “Şimdiye kadar yaptıklarımız için bizi bağışla Tanrım” diyebilirsek, bu işe yarayacaktır ama o gün O'nu daha fazla affetmek için şampanya içmeliyiz. Bu yüzden dedikodularımız olmalı ve Noel'in sonu gelene kadar tüm kibirli şeylere sahip olmalıyız. Bu ego, sarı taraf, süperegonuza çok fazla baskı yapandır. Yapar. Bazen bunu o kadar sıkar ki insan, başkalarının kendisinin söylediklerinden dolayı incindiğini unutur. Aksine, kesen, inciten, başkalarına acı veren şeylerin nasıl insanlara söyleneceği konusunda yöntemler geliştirirler.

Böyle şeyler söylüyorlar, yani her zaman için, eğer bakarsanız, bir köyden biri gelip bunu görse şöyle düşünür, onlar tartışıyorlar mı, ne yapıyorlar? Yani tüm bu tartışma, mecliste bile onların birbirleriyle konuşma şekillerine şaşırdım, hiçbir boğa başka bir boğaya bu şekilde davranmaz! Bir köpek bile normalde diğer bir köpeğe havlamaz. Dünyada hiçbir hayvan sürekli olarak hemcinsine havlamaz. Dünyadaki hiçbir hayvan size bunu, bu kadar anlatamaz. Sadece insanlar, eğer iki kişi her zaman oradaysa, her zaman “ha ha ha ha” diye gidiyorlar, bu şekilde. Bu nasıl mümkün olabilir? Adamın egosu ve kadının egosu ya da belki her ikisinin de egosu birbirine çarpıyor. Ve garip bir duygu türü var, "Oh, ben o konuda ustalaştım, ben o şeyi anladım, ben meseleyi anladım. Meseleyi kanıtladım!” Ama Ben, kendi içimde çok güzel ve çok fazla neşe veren her şeyi kaybettim. Aslında mantıklı bir insan, iki kişinin tartıştığı yerden uzaklaşır. Tartışma, aptallığın bir işaretidir. Herhangi bir tartışmanın hiçbir şekilde sona erdiğini görmedim.

Eğer sonu gelirse, o zaman sorun değil, ama bunun asla sonu gelmez çünkü eğer deyin ki, eğer siz Bana soru sorarsanız, Bende size cevap veririm, tamam. Cevabı beğenmediyseniz, bırakırsınız ama eğer siz benimle yine de tartışırsanız ve bende sizinle tartışırsam, bu işin sonu nereye varır? Tartışma sizi herhangi bir bilgiye götürmez, sizi, sizde gelişen çok korkunç bir egoya götürecektir. Tüm modern konsept ego odaklıdır. Bütün batı ülkeleri ego odaklıdır. Egonuzu geliştirmek ve onu şişirmek istiyorlar. Sayesinde bunu yaptıkları başka birçok yol var. Bundan daha fazla bahsetmemin nedeni, hepimizin batılı ve varlıklı insanlar sayılmamız. Çok akıllı ve yol gösterici ya da yanıltıcı olmamamız gerekiyordu, bilemiyorum, gelişmekte olan ülkeler. Yani, bir şeyleri anlamamız söz konusu olduğunda nerede olduğumuzu anlamalıyız. Egonun içimizde şişirilmesi büyük ölçekli yöntemlerle olur. Tüm bu sözüm ona girişimlere sahip olmak için onlar egonuzun üzerinde çalışırlar. Mesela bir kadına derler ki, “Ah, sizin böyle bir beliniz olmalı ve sizin şöyle bir yüzünüz olmalı ve bu şöyle olmalı...” Bir erkek için, “Bu tür bir vücudunuz olmalı. Siz, Bay Evren olmalı ya da böyle bir şey olmalısınız", adam hemen bunun üzerinde çalışmaya başlar. Mecbursunuz. Bu soğukta yollarda koşan o kadar çok sayıda insan var ki, bunu anlamıyorum. Deli gibi, bilirsiniz ve bazıları da milletvekili! Bütün gece uyanık kalır ve bütün gün koşuştururlar. Ne yapıyorsunuz? Bunu yapmaya ne gerek var? diyorum. "Sağlığınızı korumak için bunu yapmalısınız", diyorlar. Sağlığınızı korumak için deli gibi çalışmayın, mantıklı ve bilge bir insan olun.

Bilgelik, sağlığı korumak, iyi olmak için aranmalıdır ve bu tür çılgınca ego odaklı şeyler için değil. Yani o zaman, tek yol egonuzu fiziğiniz için heyecanlandırmaktır. O zaman, büyük bir arabanız olmalı diye bir ego var. Görüyorsunuz, insanlar mallarıyla gösteriş yapmaya çalışıyorlar. Büyük bir arabanız var, o zaman bunu yapıyorlar. Yani onlar Bana gerçekten bir soytarı gibi görünüyorlar. Oldukları şey bu kadar. Yani, bir araba, eğer kişinin parası yetiyorsa, rahat ve kaliteli bir araba, almalıdır çünkü kötü bir arabaya sahip olmak baş ağrısıdır. Yani bu sorun değil. Ama bir arabaya sahip olmakla sizin harika bir şey olmanız, evde yemeğiniz olmayabilir ama gezmek için sizin çok iyi bir arabanız olmak zorundadır. Ve tüm bu fikirler aklınıza geliyor, sonra onlar reklam vereceklerdir – “Bu senin için çok iyi bir araba olacak.” Bu, “senin için” nedir? Egonuzu şişirmekten başka bir şey değil. Tüm bu reklamlar, egonuzu şımartmaktan başka bir şey değil. Bütün bu şeyler yaratılmıştır. Şimdi Amerika'da giderseniz, her bir kulp farklı olmalı, her şey farklı olmalıdır. Neden her şeyde bu kadar fark var? Neden her şeyin bu kadar farklı olmasını istiyorsunuz? Siz bunda biraz estetik olduğunu mu, düşünüyorsunuz? Bunların hiç biri estetik değil, sadece egonuzu şımartmak için. Sözde sanat uzmanları bile ego şımartanlardan başka bir şey değildir. Pul koleksiyonlarınız, şu, bu – tüm bunlar egonuzu şımartmaktan başka bir şey değil. Ve ne büyük bir zaman kaybı, bir düşünün.

Bu ego olayı başımıza geliyor çünkü biz her şeyden önce, dediğim gibi Batı'da yaşamak çok zordu, doğayla savaşmak zorunda kaldık. Ve doğayla savaşmanız gerektiğinde, onunla savaşmak için egonuzu geliştirmeniz gerekir ya da aslında doğayla savaşırken içinizde ego gelişir. Ve sonrasında, bu momentum sizde bir kez başladı mı, onu aşağı çekmek çok zordur. O kadar korkunç bir hastalık ki, insanlar bunu hayatlarının bir parçası olarak kabul ettiler. Siz kendi egonuz değilsiniz, siz bu değilsiniz. Tanrı’ya teslim olmanız gerektiğini söylediğimde “Anne biz niye teslim olalım ki” diyorlar. 'Kendiniz', bu sizin özdeşleştiğiniz ego anlamına gelir. Ben bilgeliğinizi teslim etmenizi söylemiyorum ya da Ben şunu söyleyebilirim: egonuzu bilgeliğinize teslim edin ama ondan vazgeçmek çok zor çünkü biz onunla yaşamayı, onunla özdeşleşmeyi öğrendik. Egomuz olmayan bir hayatı düşünemeyiz, biz bunu yapamayız.

Ve bu o kadar ileriye gitti ki, gaddarlıkta ne kadar ileri gittiğimizin farkına bile varamıyoruz. “Ben bu türü seviyorum, şu türü seviyorum” gibi. Birinin evine gidiyor ve şöyle diyorsunuz: böyle konuşmak uygun değildir. “Ben bunu seviyorum”, demek kabalıktır. Siz kimsiniz ki? Tanrı mısınız?" Ben bunu istiyorum. Şunu istiyorum. Ben bu konuda çok titizim. Ben çok...” Siz kimsiniz? Kendinize sadece bir soru sorun, “Ben kimim? Ben Ruhum. Ben o sonsuz varlığım. Ben bu hale mi geldim?" Tam tersine egomuzla herkesin Ruhunu incitiyoruz. Başkalarıyla konuştuğumuz her an, onları incitiyoruz. Aslında insanlar Tanrı'ya olan inançlarını kaybetmişler, çünkü Tanrı'ya karşı sorumlu olanlar o kadar kibirli ve o kadar egoisttirler ki, herhangi bir kişinin egonuzun ötesinde olan Tanrı'yı düşünmesi imkansız hale gelmiştir. Şaşıracaksınız, ego kesinlikle bir balon gibi yüzeyseldir. Tıpkı bu şekilde patlayabilen bir balon gibidir! Ve bu gitmelidir. O gitmelidir ki, siz yükselebilmelisiniz. O kaybolmalıdır ki, dikkatiniz Ruhunuzda yükselsin ve tüm dünyayı, olduğunuz bu Ruh'un bir parçası olarak görebilesiniz. Bu, geçmeniz gereken sınırdır ve bunun içinde, İsa'dan yardım almamız gerekir. İsa kendisini çarmıha gerdi. Neden? Çünkü O ne yaptı? İnsanları yağmaladı mı? Bugün bu haydutlardan binlercesi buraya gelip sizi yağmalıyor ve kimse onları çarmıha germiyor. O ne yaptı? O sadece bu Romalıların ve bu Yahudilerin, Kendisine kızanların egolarına meydan okudu ve bu yüzdende çarmıha gerildi. Ve şimdi O'nun çarmıhı aracılığıyla egomuzu çarmıha germeliyiz, aksi takdirde kendi varlığımızda kendi İsa’mızı egomuzla çarmıha gererek, aynı şeyi yine kendimize yapacağız. Bu, İsa'nın çok sembolik bir ölümüdür.

O, en mütevazi yerde, çok mütevazi bir yerde doğdu. O, optik talamusta doğar, diyebilirsiniz ki, beynin olduğu, tüm aktivitelerin geldiği yerde ve bütün problemler, her tür problem oradadır, O sizinle yüzleşir ve orada yaşar. Ve siz O'nu orada uyandırmalısınız ki, egonuz ilk ve son kez çarmıha gerilsin ama Ben size “egonuzla savaşın” demiyorum çünkü savaşmak o kadar da önemli değildir. Siz gölgenizle savaşıyorsunuz. Savaşılmaması ve enerjinizi ona harcamamanız gereken ego denen bir gölgeniz var. Onunla savaşmaya gerek yok. Tek şey [şu]dur, eğer siz ışığın merkezinde durursanız –hiç gölge görmezsiniz. Bu kadar basit. İsa olan ışığın merkezinde, hiçbir yerde hiç bir gölge görmezsiniz. Ancak Ben “İsa’nın gölgesinde kalın” veya “İsa’nın ışığında durun” dediğimde, vaazlar veren diğer insanlar gibi görünebilirim. Şimdi bu ne anlama geliyor? Bu ışık nerede, durmanız gereken yer neresi? Ve o yer burada, optik talamusunuzun merkezinde, hiçbir düşüncenin olmadığı yerdir. Düşüncesiz farkındalıkta kalmak zorundasınız. (konuşmada kesinti var)... (Agnya ile sorunu olan birçok insan... ...gelen birçok insan...) düşünceler duracak ve düşüncenin ötesine geçecektir. Ve bu, Sahaja Yogiler için çok, çok önemli bir çakra çünkü Kundalini yukarıya yükseldiği zaman, Agnya çakranın üstüne –orada derhal hiçbir düşünce kalmaz.

Ego veya süperegodan gelen herhangi bir düşünce almazsınız ama sizin dengesizce yaptığınız şeylerden dolayı Agnya'da bir yalpalama var. Ve dengesiz yollar, sizin bazen ego ya da süperego ile birlikte olmanızdır. Bu, Batı'daki insanlarımızın başına geldi çünkü o kadar çok egomuz vardı ki, bundan gerçekten bıktık. Bundan korktuk, o zaman süperegomuzu artıracak ilaçlar ve bir şeyler almaya başladık. Fakat bunu yaparak, yaptığımız şey bir ucu iterek, diğer ucu oraya getirmektir ve işte bu şekilde kendimize hiç bir şekilde yardımcı olmadığımız, ego ve süperegomuzu sallarız. O halde kişinin yapması gereken, kendi içinde Agnya noktasına kadar yükselmek ve Agnyanızı sabit tutmaya çalışmaktır. Birçok insan Bana tek bir soru sordu: “Agnya nasıl sabitlenir?” Agnya sinirlerimizin ve optik talamusun da kesiştiği noktada yer alır. Şimdi, öyle söyleniyor ki, eğer sağda sola gezinen gözleriniz varsa, sallanan bir Agyanız olacaktır. Gözlerinizi sabit tutmalı, onları yatıştırmalısınız. Şimdi çok, bu çok modası geçmiş, eski, eski ve buna benzer bir şeyler dediğiniz her türden isim var ortada, ama gözlerinizi ve onları öyle bir sabitlemelisiniz ki, bu gözler için çok rahatlatıcıdır. Gözleri en çok rahatlatan şey yeşil çimendir. Eğer yeşil çimenleri gözlerinizle görebilseydiniz, bu sizin gözlerinizi yerde tutarak yürümeniz anlamına gelir, gözleriniz dinlenecektir, agnyanız düzelecektir. İsa bu yüzden, “Size zina eden gözlerden söz ediyorum” demiştir.

O zina eden gözlerden bahsetti. Zina yaptığınız gözler, bu aralar bu çok yaygın bir şey. Her kadın, bir erkek görmek zorunda, her erkek de, bir kadın görmek zorunda, sanki en önemli iş buymuş gibi, eğer bir kadını görmediyseniz, siz bittiniz! Demek istediğim, modern olmak bu. Ama ben eski moda bir kadınım ve İsa’nın zamanında olduğu gibi, O "zina eden gözlere sahip olmamalısınız" dedi. Ve zinacı gözleri olanlar, diğerlerinden daha fazla değiller, her zaman, hatta kilisede bile, vaaz verirken bile gözleri zina ile hareket eden Batılı Hıristiyanlarımız. Agnyanızın iyi durumda olmasını istediğinizde, bu gözler çok, çok saf, çok, çok derin ve çok, çok sevecen olmalıdır, çünkü gözlerinizle alırsınız. Diyelim ki, gözlerinizi kapattıysanız, gözleriniz kapalı olduğu için hiçbir şeye dikkatinizi vermiyorsunuz, kendinize daha fazla düşünce eklemiyorsunuz. Ama eğer gözleriniz açıksa çok daha fazla düşünce eklersiniz çünkü gözler nereye giderse, dikkat de oraya gider ve siz bir şeyler görürsünüz, bu düşünceler yaratır ve onları bunun içine koyarsınız. Öyleyse Ruh'a gitmesi gereken, Tanrı'ya gitmesi gereken, İlahi pencereden parlaması gereken dikkatiniz: bu güzel şey, gözlerimizi kullanma şeklimiz tarafından mahfedildi ve biz ona saygı duymuyoruz. Yerdeki çimen kadar saf ve güzel olan bir şey yok, ayaklarımızı tutan, bize destek olan, bize bakan, bizi zenginleştiren toprağın kendisi kadar saf ve güzel bir şey yok.

Her insana bakmak yerine, gözlerimizi Toprak Ana'ya dikmeliyiz. Ama Sahaja Yoga bakış açısından, şimdi birçoğunuz birine baktığınızda gözlerinize ne olduğunu biliyorsunuz: belki gözünüzden bir varlık içeri girebilir. Ve şaşıracaksınız, bu sözüm ona flört dediğimiz şey, bir varlığın oyunudur. Bundan daha önce de bahsetmiştim ve bunu onlara anlattığımda insanlar bundan hoşlanmamıştı ama Ben gerçek varlıkların, gözlerden bir diğer göze girdiğini gördüm. Bir partide, böyle yerlere inen çok sade insanlar gördüm. Bir partide insanlar bunu bir gözden diğerine geçirerek, sadece birbirlerindeki varlıkları karşılıklı olarak değişirler. O şey başka bir kişiye gittiğinde, kendindeki varlığını ise başka bir kişiye koyar ve o da, oradan başka bir kişiye geçer. Her zaman dikkatiniz dağılır ve bir şeye doğru çekildiğinizi hissedersiniz, neden böyle çekildiğinizi bilemezsiniz. Şimdi belirli semboller de böyle meydana getirilir, bu sorunlara ek olarak, tüm toplum bunun üzerinde çalışıyor – ve siz öyle bir şekilde görünmelisiniz ki, her erkek size baksın, her kadın size baksın. Neden? Bu ne işe yarar ki? Diyelim ki Ben size bakıyorum, Ben ne elde ediyorum? Bir kişiye bakarak ne elde ederim ki? Bunun avantajı nedir? Sadece bir kişiye mi bakıyorsunuz? Ne için bu kadar çok enerji harcıyoruz? Aynı şekilde eğer yollarda yürüyorsanız, diyelim ki, bazı güzel olan şeyler görüyoruz, tamam.

Eğer bir şey satın almanız gerekiyorsa, tamam buna devam edin, bunlara bakın, neyi seçerseniz seçin, tamam ama her zaman, sırf gözleriniz böyle olduğu için, eğer sadece bunu yapıyorsunuz ve neden böyle yaptığınızı, gözlerinizin neden gezindiğini bilmiyorsunuz. Ve bu, bir kişinin delirmesi için kesin olan ve belirgin bir işarettir. Kesinlikle, bu kesin ve belli bir işarettir, bir kişi deli olduğunda, bu kişinin deli olduğunu nasıl anlarsınız? Eğer onun gözlerine bakarsanız, gözlerindeki iris sürekli sallanır, onlar onu sabit tutamazlar. Ya da [eğer] onlar da hastaysa, onlarda da bu gözlerin sürekli gezindiğini görebilirsiniz, sabitlenme yoktur. Sadece bu değil, Sahaja Yoga'ya gelen insanları gördünüz, onlar gözlerini kapattıkları zaman gözlerinin titrediğini gördüler. Göz kapakları titrer. Bu, Kundalini'nin yükselişinde bir tür rahatsızlık olduğu anlamına gelir. Yüz deyince, eğer buna siz 100 derseniz, tüm gerilimin en az % 80 i gözümüz vasıtasıyla gelir. O halde yaptığımız her türlü faydasız faaliyetten gözlerimizi korumak ne kadar da önemlidir. İsa – İsa’nın hayatı, başkalarına nasıl saygı duyulacağına dair pek çok hususu gösterir ama baştan beri çok kötüye kullanılan bir husus, fahişenin durumudur. O fahişeyi kurtardı, şüphesiz onu kurtardı ama sizler fahişeleri şımartıyorsunuz. Siz, iyi bir kadını bir fahişe haline getirirsiniz. Ona bir fahişe olmaya dair fikirlerini veriyorsunuz. İyi bir “hussif” (ev hanımı), egoist bir adam tarafından bir fahişeye dönüştürülür.

Bakire küçük kızlar sizin kirli bakışlarınızla ​​yok ediliyor. Bunun farkında mısınız? İsa’nın yaptığının tam tersini yapıyorsunuz? Ve Onun sizi kurtardığını söylüyorsunuz, İsa’nın, yani eğer bizler fahişeler olsak bile, O bizi kurtaracak. Ama onlar neden fahişe olsunlar ki? Bu çok saçma bir düşünce tarzı. Fahişe olalım ki, İsa bizi kurtarsın. Kişi tüm bunları Sahaja Yoga'nın düzgün ışığında düşünmelidir. Siz farkına varmadıkça, Benim konuşmamın size yararı yok ama bir kez farkına varırsanız, bunu bileceksiniz, eğer birine bir an bile bakarsanız, aniden başınızın arkası ağrıyabilir, kafanıza bir ok girdiğini veya bir şey olduğunu hissedebilirsiniz, birinin yüzüyle karşılaşınca kör olduğunuzu hissedebilirsiniz ve gözlerinizin ne kadar önemli olduğunu anlayabileceğiniz her tür deneyimi yaşayacaksınız. Eğer saf gözlere sahipseniz, tüm gerginliğiniz ve her şey tedavi edilebilir. Ama bu öyle bir kısır döngüdür ki, gözlerinizle tüm kötülükleri toplarsınız ve bu Agnya'da birikir ve gözleri temizlemek için Agnya'yı temizlemeniz gerekir. Bu bir kısır döngüdür ama dediğim gibi bir noktadan başlayabilir, bizler af dilemeliyiz. İkinci olarak, İsa'yı Agnya çakramıza getirmeliyiz. Üçüncüsü, tüm uyuşturucuları, tüm sarhoş edici maddeleri ve sigarayı bırakmalıyız. Bu, siz bir Sahaja Yogi olduğunuz zaman otomatik olarak gerçekleşir, bu işe yarayacaktır ama gözler tüm varlığınızı, beyninizi, vücudunuzu, uzuvlarınızı her şeyi ifade eder. Ve eğer Agnyanız iyiyse, o zaman gözleriniz de gayet iyi demektir. Onlar baktıkları her yere, sevgiden başka bir şey yaymazlar.

Yalnızca tek bir bakışla Kundaliniyi yükseltebilirsiniz. Sadece tek bir bakışla insanları iyileştirebilirsin. Sadece bakışınızla tahrip olmuş ve mahvolmuş insanlara neşe getirebilirsiniz. Demek ki sayesinde gördüğünüz bu gözler sizin varlığınızın, kalbinizin pencereleridir. Ruh gözlerinizle ifade edildiğinde, Kundalini yükseldiği zaman, gözlerin büyüdüğünü fark etmiş olmalısınız. Ve aydınlanmış bir ruhun siyah gözleri vardır çünkü bu gözler geniştir. En azından onları Ben gördüğümde hepsinin büyümüş siyah gözleri var. Bunun dışında aydınlanmış bir ruh parıldayan gözlerinden anlaşılır, gözün elmas gibi bir ışıltısı vardır; her zaman parlar ve gözlerinden bu kişinin aydınlanmış bir ruh olduğunu anlayabilirsiniz. Aydınlanmış bir ruhun gözleriyle, aydınlanmamış bir ruhun gözleri arasında muazzam bir fark vardır. Yani gözleriniz vasıtasıyla Ruhunuzun nasıl gördüğünü hayal edebilirsiniz, ama eğer gözler saf değilse, bu orada uzun süre kalmaz. Öyleyse, eğer İsa'yı fiziksel olarak anlamamız gerekiyorsa, gözlerimize zihinsel olarak saygı duymalıyız, zihnimizde kirli olan her şeyden vazgeçmeliyiz.

Şimdi geldik zihnin saf olmayan noktalarına: Ve zihinde saf olmayanlar, yani, pek çok zehir var, bilirsiniz işte. Yani zehirler hakkında yazılmış kitaplar ve kitaplar var. Ve psikologların sizdeki tüm zehirlerini çıkarması gerekiyor. Bunu yapabilirler mi bilmiyorum ama onlar en kötü Agnya'ya sahipler. Tüm bu psikologlar en kötü Agnya'ya sahipler ve onların zihinsel olarak acı çeken insanlara, gerçek anlamda herhangi bir rahatlama sağlayabileceklerini sanmıyorum. Zihinsel acılar iki çeşittir. Aynı şeyi söyleyin, bir tanesi ... vibrasyonlar çok fazla... Zihinsel sıkıntıların bir tipi, insanların size çok fazla baskı yapmasıdır – çarmıhı taşımaya devam edersiniz! Bu, insanların İsa hakkında sahip olduğu çok yanlış bir fikirdir. Çarmıhı taşımak, size baskı yapmaya çalışan herhangi biri için, bu sizin köleliği üzerinize almaya devam etmeniz gerektiği anlamına gelmez. Her ne olursa olsun, siz hiç kimseye köle olmayacaksınız. Sizi köle yapmaya çalışan, her kim olursa olsun, siz kesinlikle bunu reddetmelisiniz! 'Ham', - 'Ben', o kişiye 'Sen kim oluyorsun da bana hükmediyorsun' demelisiniz. İster siyah tenli, ister kırmızı tenli, ister sarı tenli olun, hiç kimsenin bu dünyada hiç kimseye hükmetmeye hakkı yoktur ve eğer biri bunu yapıyorsa, “Ah şimdi ne yapalım, sonuçta bizler zavallı insanlarız, ya da biz böyleyiz ya da o bunu destekliyor” ve tüm bu gibi şeylerle, onlar o zaman kendilerine karşı olan görevlerinden kaçıyorlar. Böyle insanlar Aydınlanma alamazlar. Köleler kral olmayacaktır. Yani haçı taşımakla karıştırılan kölelik, modern zamanların bir başka kafa karışıklığıdır.

Kendimize olan saygımız içinde yükselmeli ve bu dünyada hiç kimsenin bize hükmetmeye hakkı olmadığını anlamalıyız. Ama o zaman çarmıha katlanmak nedir? Her şeyden önce, O'nun seviyesinde olan insanlar asla acı çekmezler. Bu sadece süregelen bir şaka. Bu bir leela (oyun), onlar için devam eden bir oyun. Onlar asla acı çekmezler ve sözde acı çekiyormuş gibi davransalar bile, bunu sadece yapmak istedikleri için yaparlar. Onlar çaresiz insanlar değiller, köle değiller. Ve buna katlanmakla ve bundan dolayı acı çekerek Hristiyan olduğumuzu düşünenler, kendilerinin psikolojik vakalar olduğunu bilmelidirler. Ve eğer ağlıyor, sızlanıyor ve sürekli olarak “Ne yapmalı? Ben aşığım ve sevgilim bana işkence ediyor” diyorlarsa, sen ne aşıksın ne de senin bir sevgilin var. Bu, bir tür psikolojik çomaktır. O hükmeden bir adam ve sen onun sana hükmetmesini seviyorsun, bu yüzden birliktesiniz, bu basit bir gerçek. Yani her insanın kendine saygısı vardır. Ve o kişi kendisinin içindeki Ruh olan kendi benliğine saygı göstermelidir. Ve hiçbir şey ona hükmetmemelidir. İster bu ülkeye, ister şu ülkeye, ister bu "izm"e, ister şu "izm"e bağlı olun. Bütün bunlar kırılacaktır. Tanrı'nın yönetimi altında hiç kimse hiç kimsenin Ruhuna hükmetme hakkına sahip değildir ama size özgürlük verildiği zaman, siz diğer tarafa, yani Bay Ego'ya gidiyorsunuz. Özgürlüğünüzü nasıl kullanacağınızı bilmiyorsunuz, bu yüzden başkalarına hükmetmeye çalışıyorsunuz. Sizin özgürlüğünüz, herkesin özgürlüğünün tehlikeye sokuyor. Herkesin üstündesiniz ve herkesin ruhuna işkence ediyorsunuz. Ve toprakla, malla veya sahiplenmeyle hükmediyorsunuz.

Yani ya şu ya da bu şekilde, eğer zihinsel olarak şu ya da bu kategoridenseniz, siz kendinize karşısınız. Sadece merkezde olun ve kendinizi görün. Sadece buna bakın. Başka birine karşı, sevgi mi yayıyorsunuz? Eğer siz bir köleyseniz, nasıl sevebilirsiniz? Bunu yapamazsınız. Eğer "özgür" ve terk edilmişseniz, nasıl sevebilirsiniz? Sevginin kendi esaretleri vardır, çok tatlı ve güzeldir. Bunlarla yaşamalısınız. Bu esaretlerden neşe duyuyorsunuz. Evinize küçük bir çocuk gelecek ve evinizi kirletecektir, buna şüphe yok ve o bunu yapmalı ve sizde bu kirlenmenin tadını çıkarmalısınız. O zaman sizin özgürlüğünüz, eğer küçük bir çocuğun ağlamasıyla engelleniyorsa, o zaman bilge kişiler değilsiniz. Bu feragattir! ya da bu yalnızlık diyebilirim, bu Ezeli olandan, Büyük Olan'dan, muazzam olandan sizi koparmaktır: başkalarının özgürlüğüne tahammül edememektir. Bir çocuğun evde ağlama özgürlüğü yok mu? Nasıl bir özgürlük tasavvur ediyorsunuz. Bir annenin çocuğu hakkında söylemek istediğini söylemeye hakkı yok mu? Ona neyin doğru neyin yanlış olduğunu söylemek onun görevidir. Oğul, kendi annesinin ailesinde istediğini yeme hakkına sahip değilse, o zaman sizin nasıl bir özgürlüğünüz var? Bu o kadar zayıf bir kafa karışıklığı ki, bu tür bir özgürlük köleliğin tam tersidir ve bunun aşırılığıdır ama merkezde, sizin herkese bağlı olduğunuz sevgi vardır. Ben çocuklarıma bağlıyım; evet, böyleyim, onlarla gurur duyuyorum. Onlar Beni bağladılar ve Ben de onları bağladım. Bu birbirimiz arasında, neşe duyduğumuz karşılıklı bir sınırlama.

Böyle bir sevgi bağı olduğunda, böylesi bir alma ve verme vardır ama sevgi bağının önemini anlıyor muyuz? En ufak bir bahanede onu kırıyoruz. Deyin ki, bir eş “ben bugün dışarı çıkmak istiyorum” diyor. Kocası “Neden? Ben çok yoruldum, bunu anlamıyor musun?" der ya da koca "canım bir şeyler yemek istiyor" der ya da sizden belirli bir şey isterse, gözleme ya da başka bir şey, küçük bir şey istiyor, “Ah, çok yorgunum sende sürekli bir şeyler istiyorsun ...” Eğer kadın bu küçük şeyi yapmasıyla, kocasının çok mutlu olacağını düşünebilseydi, adamın ne istediğini bilmeye can atıyor olmalıydı ve adam da, eşinin istediği şeyi yapmaya can atıyor olmalıydı. Ve o zaman siz birbirinizle birlikte olmanın tadını çıkarın, yoksa insan olarak sahip olduğunuz her şeyinizi boşa harcarsınız. Birbirinizi ne kadar heba ettiğinizi bilmiyorsunuz. Her an, içinde bu alış verişlerin olduğu güzel bağlarla doludur. Ne kazandınız? Kavga etme şekliniz, gidişatın şekli: ne kazandınız, bir bakalım? Öldüğünüzde gazetede “XYZ öldü” diye ilan vermeniz gerekir ve (cenazede) siz hiç kimsenin gelmediğini görüyorsunuz. Ve öldüğünüzde insanların sizi ziyaret etmesi için bile para ödemeniz gerekiyor. Bugün durum bu. Böyle bir kuruluk, böyle bir boşluk, böyle bir yalnızlık var. Bu sayede ne elde ettiniz? Yani biz bu bağa sahip olmalıyız. Ve aile için nasıl bir fedakarlıkta bulunmak zorunda olduğumuz hususunda, fedakarlık diye bir şey söz konusu değildir. Neyi feda ediyorsunuz? Yani eğer siz aileniz için para veriyorsanız, bundan neşe duyarsınız, bunu, bu yüzden yapıyorsunuz.

Eğer güzel ve iyi bir hayat sürmeniz gerekiyorsa, siz hiçbir şeyden fedakarlık etmiyor, bununla kazanıyorsunuz, iyi bir hayat sürüyorsunuz. Eğer eşiniz size “Bara gitme” diyor ve siz de oraya gitmiyorsanız, “bu kadın bir ortodoks (tutucu), modası geçmiş, şudur, budur” dememeli, bunun yerine yıldızlara teşekkür etmelisiniz, bu modern zamanlarda size doğruyu söyleyen biri var. Tüm bu yerleşmiş fikirler ortaya çıktığı için, gerçeğin söylenmemesi gerektiğini mi kast ediyorsunuz? Bütün bunlar, içinde yaşadığınız sahteliktir ve eğer mutlu olmanız gerekiyorsa – Gerçeğe dönün. Arkadaşlar da aynı şey: Arkadaşlarımızla ne tür ilişkilerimiz var? Onlardan ne bekliyoruz? Onlara bir Noel kartı gönderip ve sonra onlar size kart göndermezlerse, bunun için kendinizi kötü hissetmek. Daha derin bağlar yok, onlarla yaşamadık. Özümüzün onlara bağlanmasına izin verirseniz, onlar da bize bağlanacaktır. Bunu deneseniz iyi olur. Onlara bağlı kalmaya çalışın, başkalarından korkmayın. Sadece başkalarına bağlı kalmaya çalışın ve onların size ne kadar şey vereceklerine şaşıracaksınız. Ben bunun canlı bir örneğiyim. Bunun canlı bir örneği olduğumu söyleyebilirim; Hepinize bağlıyım. Eğer biri “Anne, bizi ne zaman bırakacaksınız?” dese, hayır Ben bunu yapamam. Yapamam. Ben sadece size bağlıyım.

Sadece sizi çok sevdiğim için sizden ayrılmak istemiyorum. Sizi nasıl bırakabilirim? Benim için imkansız bu. Yani o zaman bu hayatta ne kazanacağım? Her – şey – bu – bu – bu dünyada! Ne elde etmemi istiyorsunuz? Bundan neler elde edebileceğimi sayamıyorum bile. Bu ölçülemez bir okyanus. Ben, Kendim bir okyanus oluyorum. Kendi kişisel özgürlüğünüz ve kurtuluşunuz hakkındaki fikirlerinizi yıkın, [yapmakta olduğunuz şey] zekanızı özgür kılmaktır, siz kendi bilgeliğinizi özgürleştiriyorsunuz. Ve yaşlı ya da genç olun, bu asla bozulmayan bir tatlılık ve güzellik. Bu sizin olacaktır ama içinizde ve dışınızda oluşan bu zehirleri lütfen atın. Bunlar zihinsel zehirlerdir. Agnya aracılığıyla onları dışarı atabilirsiniz. Görüyorsunuz, burası aynı zamanda birçok şeyin dışarı çıktığı bir açıklık. Bunu halletmeye çalışın. Ağaca sevgiyle bakın ve ağacın kendisinin size yaratılışının neşesini verdiğini göreceksiniz çünkü siz düşüncesiz kalacaksınız. Ve o güzel ağacı meydana getiren Yaradan, içinde depolanan tüm neşeyi dökecektir. Her insan bir neşe deposudur, sınırsızdır! Sizi temin ederim, inanın Bana. Ve birileri düzgün giyinmediği ya da sizin olmasını istediğiniz gibi olmadığı için onları heba etmeyin: ki bunu siz devlet okulunda öğrendiniz! Her kapı eşiğinde, her yerde güzellik yatıyor, bunu kaçırmayın ama eğer onunla ilgili bir sahiplenme, onunla ilgili bir zina durumu varsa, o zaman bunlardan asla zevk alamazsınız, tüm o güzelliğin, tüm o birikimin, her insanda bulunan tüm bu zenginliğin tadını asla çıkaramazsınız: bu her an köpürüyor.

Agnya için bu iyi bir şey, Christmas geliyor. Ve size Mutlu Noeller dilemem gereken bu zamanda, bu vesileyle, Agnya çakradan bahsediyorum ki, Benim burada hakkında konuştuğum şey, Agnya: Kişi neyi emredeceğini ve nasıl itaat edeceğini bilmelidir, İlahi olana itaat edin, büyüklerinize itaat edin, egonuza değil, Benliğinize itaat edin – o zaman başkalarına da emredebilirsiniz; sadece insanlara değil, Güneşe ve Ay'a ve bütün rüzgarlara ve dünyadaki her şeye emredebilirsiniz. Her şeyi kontrol edebilirsiniz, her şey bu Agnya iledir. Bir şey deneyin. Eğer bir kişinin yanlış bir şey yapacağını biliyorsanız, onun adını alın ve Agnya'ya koyun: O bunu yapmaz. Deneyin! Bu, henüz aydınlanma almamış olanlar için değil, aydınlanma almış ruhlar için anlattığım bir numara ama aydınlanma alanlar bunu deneyebilirler. Eğer diğer kişi yanlış bir şey yapıyorsa, onu Agnyanıza koymayı deneyebilirsiniz. Agnyanızda emrettiğiniz her şeye saygı duyulacaktır, ancak Agyanızda, İsa orada olmak zorundadır çünkü içinizde uyanmış olan, [sadece] burada değil, her insanın kafasında var olan Büyük Destek var. Bu her yere yayılıyor, tüm küçük atomlara ve moleküllere yayılıyor, o her yerde, Güneş'te ve gittiğiniz her yerde. Orada. Bu yüzden Agyanızı geliştirmeye çalışın, bu sizin benliğinizin ustalığıdır. İyi bir Agnya'ya sahip olanlar her şeye hükmedebilirler. Ve şunu anlayın ki, dünyevi şeylerde ustalaşmak ve insanlara hükmetmek ve bu şeyde, bazı şeylerde ustalaşmak, örneğin diğer el sanatlarında ve bir şeylerde ustalaşmaktansa, en iyi şey Agnyanızda ustalaşmaktır!

Ve siz gerçekten birçok şeyde ustalaşabileceğiniz şekilde, kendi kendinizin efendisi olursunuz. Ve bugün, bu büyük günde size Mutlu Noeller dilediğimde, en güçlü Agnya'ya sahip olmanızı, insanların alnınızı gördükleri zaman, İsa’nın sizinle birlikte yeniden doğduğunu bilmelerini diliyorum.

Tanrı sizi kutsasın!

Takip eden günlerde herhangi bir programımız yok, üzgünüm çünkü Hindistan'a gidiyorum. Ben ... sanırım Mart sonunda dönmüş olurum, Burada olup aydınlanma almış ve aydınlanma almamış herkes, bunun içinizde işleyen çok süptil bir şey olduğunu bilmelidir ve bu hepinize her şekilde yardımcı oldu. Bizim bir de aşramımız var. Aşramın adresi şimdi size söylenecek, ashramın nerede olduğunu not edin. Dolli Hills istasyonuna çok yakın (net değil). Lütfen gidin ve o insanlarla tanışın. Ve orada olan erkek ve kız kardeşlerinizle tanışın ve orada bir telefon numarası olacak. Lütfen onlarla iletişime geçin ve iletişimi sürdürün. Bir diğer konu da, bir yeni yıl kutlaması yapacağız. Hep birlikte öğle yemeği yiyeceğiz ve yaklaşık saat on iki otuz civarında, hepiniz davetlisiniz. Ve biraz öğle yemeği, biraz müzik ve biraz da, biraraya geleceğiz, bunun bağ kurma kısmı. Çok teşekkürler.

Tanrı sizleri korusun!

Caxton Hall, London (England)

Loading map...